Tevhid Bari

1 Nisan 1925

Tevhid Bari

Tevhid Bari

Mart-Nisan 1925-Hicri: Ramazan 1343- Mahfil

Sayı: 5. Cilt 59. Sayı

Ey kürsi-i azameti önünde bütün mükevvenatın secde-i takdise kapanmakta olduğu mabud-u zişanım! Senin vücud-u akdesin,vahdaniyet-i ilahiyenin en bedihi hakikatlerden daha bedihidir. Senin varlığındır ki şu uzviyata hayat vermiş, şu gördüğümüz elvah-ı tabiatı vücuda mazhar etmiştir.

İlahi! sen bir mevcud-u hakikisin. Her zerre bir müessirin vücuduna şehadet eder dururken şu binihaye ecsam ve ecramın teşkil etmekte bu koskoca manzume-i kainat, senin varlığına en mükemmel bir şahit değil midir? Hiç şüphe yok ki şu bi-payan hadisatın zuhuru,şu silsile-i mesnuatın nizam ve intizamı, bütün zerrat-ı kevniyenin birer gayeye müteveccih, birer hikmete müstenit olması, senin vücud-u izzetine pek açık bir tarzda şehadet edip durmaktadır.

Artık nasıl gafildir ki senin mevcudiyetini bilip itiraf etmesin! Eğer senin vücud-u rububiyetin olmasaydı beşeriyet bir hayalden ibaret kalmaz mı idi? Şu bi-adet elvah-ı bedia birer tayf-ı zailden ibaret bulunmuş olmaz mı idi? Daha doğrusu bu hayalden bile bir eser görülebilir mi idi? Bu tayf-ı zailden bir nişane bulunabilir mi idi?

Acaba senin vücud-u zi-azametine kail olmayanlar şu muamma-yı hilkati nasıl izah edebilirler? Bu kainatın muğaffel bir seraptan ibaret olmadığını nasıl kestirebilirler? Tabiattaki etrada, kuvve-yi fıtrattaki tahavvüle, bu muntazam kanunların mevcudiyetine nasıl olur da kani olabilirler?

(اَوَلَمْ يَنْظُرُوا فٖي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ)

Ya rabbi! Sen bir Hayyu Kayyum’sun. Hayat-ı umumiye-i kainatın senin nefha-i ruhunla hasıldır. Bütün mükevvenat olanca letafetiyle, olanca ihtişam ve intizamıyla beraber ancak senin feyz-i kayyumiyetinle kaimdir. (اَللّٰهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ)

Ey hakim-i müteal! Sen Âlim’sin. Bütün külliyat ve cüziyyata müttalisin, bütün zevi’l ukulün ilim ve irfanı senin bahr-ı muhit-i ilminden bir katredir. En büyük hukema ve fudalanın şa’şaa-i kemalatı, senin füruğ-u hikmetinden bir zerredir. Sen bütün kullarının seraser derununu bilirsin,hücre-i inzivada demenzar-ı ubudiyet olan bilcümle saliklerin münacatına, ma fi’z zamirine hissiyat-ı kalbiyesine vakıfsın. (يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَؕ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُور)

Ey rabb-i la yezal! Sen Semi’sin. Sen aşıkların eninini, kutsilerin tazarruatını, biçarelerin hüzn-ü amiz giryesini, nahif kuşcağızların teranesini, en küçük bir yaprağın bile sada-yı ihtizazını işitirsin. Kainatın bütün ahengi, bütün terennümatı seni teşbih eder, senin azametini tebcile çalışır. Bütün mükevvenatın ıztırabatı, teheyyücatı ancak senin neşve-i vuslatınla sükutyab olur. (وَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمْ)

(يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزٖيزِ الْحَكٖيمِ)

Ey Sani-i kadim! Sen Basir’sin. Şu milyonlarca heyakil ve ecramın tecelligahı olan feza-yı la yütenahide hiçbir zerre bulunamaz ki bir sütre-i zulmetle istitar ederek kendisini senden ihfaya kadir olabilsin. Sen bilumum zevi’l hayatın harekatını görürsün, bilumum avalimin şuunatını müşahede edersin. Senin pertev-i iltifatına mazhar olan her hareket, büyük bir saadetten nişanedir. Senin şerer kahrına uğrayan her hadise, pek azim bir felaketin bir mukaddimesidir. (وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ)

(اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِؕ)

Ey Halik-i Azim! Sen Mürid’sin. Bütün avalim, bütün havadis irade-i ezeliyenin hikmet-i karin birer eseridir. Şu kainatın içinde hiçbir zerre yoktur ki senin irade-i ezeliyenin iktiran etmeksizin vücut bulmuş olsun, yine hiçbir zerre mutasavver değildir ki senin irade-i celilene rağmen saha-i vücuda gelmeyebilsin. (وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ ذُو الْعَرْشِ الْمَجٖيدُۙ فَعَّالٌ لِمَا يُرٖيدُؕ )

Ey müessir-i kainat! Sen Kâdir’sin. Senin kudretin gayr-i mütenahidir. Sen nice alemleri bir anda vücuda getirebilirsin, nice alemleri de bir anda adem-i abada götürebilirsin. Sen dergah-ı uluhiyetine baş koyup arz-ı ubudiyette bulunan herhangi natuvan bir kulunu bir anda pek azim bir şukuh ve iclale nail edebilirsin, bilakis "اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىؗ" daiyesinde bulunan nice firavunları, nemrutları da sarsar kahrınla huruşan olan bir derya-yı celalin ateşin dalgaları arasında derhal nabud eyleyebilirsin.

(تَبَارَكَ الَّذٖي بِيَدِهِ الْمُلْكُؗ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌۙ)

Ey mürebbi-i mevcudat ! sen Mütekellimsin. Senin mukaddes kelamın bütün halaik için bir rehber-i hidayettir. Senin meşriki’l envar olan kelimat-ı ezeliyen tecellihane-i izzetinin makbulü olan Musaları dembeste-i hayret etmiş, nice pürsükun sinaları ihtizaza getirmiş, nice dilnişin vadileri zülal-i hikmetle lebriz etmiştir. En natuk hatiplerin o pür meali sözleri, senin kelamının bir lema-i ilhamıdır. Nezihü’t tab ediplerin sünuhat-ı fikriyesi, senin rahik kelamından bir reşhadır. Faziletperver hikmetlerin leali-i efkarı, senin hazain-i kelimatından birer dürdanedir.

(قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّٖي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهٖ مَدَداً ﴿١٠٩)

Ey Mübdi-i Hakim! Sen mükevvin-i kainatsın. Gözlerimizin önünde parlayan levh-i sema, şu üzerinde yaşadığımız gez-i zemin ile evn-i muhit olan tabaka-i hava bütün senin feyz-i tekevvününle vücuda gelmiş şeylerdir. Esrar alud geceler, hassas tabiatlara neşve-bahş olan yıldızlar, tatlı bir uykudan uyanarak o semavi gözleriyle etrafı mahmurane bir tarzda temaşaya dalan tulu’lar, neşrettiği zerin ziyalarıyla ufukları yaldızlayan güneşler, bütün senin birer eser-i hikmetindir. Senin feyz-i kudretinle bahar olur, şükufezar cihan yeniden nüma bulur, hazanın hululüyle guşe-i ademe çekilmiş olan çimenler, yapraklar, çiçekler yeniden baş gösterir, bütün bunlar bizim de karin-i fena olduktan sonra tekrar senin kudret-i muazzamanla saha-i vücuda geleceğimizi kendilerine has bir lisan ile bize ifhama çalışırlar. Her varakı bir kitab-ı ledünniden nişane olan ağaçlar, yeşil camelere bürünerek senin halikiyetini ilan ederler. Taze dallarda yuva yapan rengarenk kuşlar, hissiyat-ı aşıkane tehyiç eden latif teraneleriyle seni temcide çalışırlar.

Dağların tepelerindeki menbaalardan fışkırarak kayalara çarpa çarpa aşağıya dökülen şeffaf şelaleler, pek ruhperver bir ahenk ile seni tesbihe devam ederler. Yeşil derelerin arasından şevk-engiz bir gürültü ile cereyan eden ırmaklar, kah mustarip ve kah sükunperver bir manzara gösteren engin denizler, bütün seni tevhit ve tehlile koşarlar.

Zümrüdin yaprakların üzerinde birer pırlanta gibi parlayıp duran jaleler yane kadar safaperverdir. O jaleler ki her biri bir küçük,berrak küreciktir. Bu elmas küreciklerin içine şu lacurdi semanın bir parçası aksederek o tatlı lemeatıyla insana ne kadar inşirah verir. İnsan bu parlak katrelere baktıkça bunları tecelliyat-ı hakka mazhar olan mukarrebinin gözlerinden serpilmiş birer eşkab-ı tahayyür gibi telakki etmek ister, işte bu nurani jaleler de ya rabbi! Seni takdis ve tesbihe çalışırlar. Bu jaleler o kadar küçüklükleriyle beraber ya rabbi senin kudret ve azametine delalet hususunda en büyük, en şaşaalı kürelere muadil değil midir?

(بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ)

El hasıl ey mabud-u zişanım! Senin o şerik ve nazirden münezzeh olan vücuduna, senin azamet-i zat ve sıfatına bütün bu muhtelif, bu mütenevvi mevcudat en beliğ birer lisan ile şehadet edip durmaktadır. Şu kadar var ki hiçbir mahluk senin zatını, esrar-ı uluhiyetini idrak edemiyor. Senin en güzide kulların olan peygamberan-ı izam bile senin hakikat-i ezeliyeni bihakkın idrake kadir olamıyor, senin hilye-i cemalini bihakkın tasvire, levh-i celalini bihakkın tersime muktedir bulunamıyor, onlar da "ماَ عَرَفْناَكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ ياَ مَعْرُوفُ" diye izhar-ı acz ediyorlar. Artık senin piş-i melekutunda kemal-i acz ile istiğraka dalan, senin kevkeb-i ceberutuna karşı mebhut olan bu naçiz kulun, seni nasıl tarif ve tavsife kudretyab olabilir? Bu aciz kulun ancak senin menba-ı merahim olan barigah-ı ehadiyetine dehalet eder. Senin icabetgah-ı sermediyetinden aflar, keremler niyaz eyler. Bu zayıf kulunun amal-i kalbiyesine, temenniyat-ı ruhiyesine vakıfsın. Bu günahkar, biçare mahlukunu affet. Sarsar-ı hatiat ile solmuş olan gonca-i fuadına pertev-i tevhidinle güşayiş ver Allahım !

Ömer Nasuhi