Taaddüd-i Zevcat Müessese-i İctimaiyyesi -II

6 Mart 1924

Taaddüd-i Zevcat Müessese-i İctimaiyyesi -II

Taaddüd-i Zevcat Müessese-i İctimaiyyesi -II

6 Mart 1924--Hicri: 29 Recep 1342 , Rumi: 6 Mart 1340—Sebilürreşâd--Sayı: 23. Cilt 591. Sayı

Teaddüd-i zevcat hakkındaki itirazata cevap- teaddüd-i zevcatın ferdi,içtimai fevaid ve muhsinatı ; bu usul fuhşiyatın tezyidine manidir. Nüfus-u umumiyeyi tezyide, kadınlık hayatının i’tilasına, kadınların devam-ı sıhhatine, beka-yı letafet ve zarafetine hadimdir.

5- teaddüd-i zevcat usulü mümkinü’r riaye olan müsavata asla münafi değildir. Mümkinü’r riaye olmayan hususatta ise müsavat ciheti zaten taharri olunamaz. Binaenaleyh bir erkek müteaddit kadınlar ile edebildiği halde bir kadının müteaddit erkekler ile izdivaç edememesi vesile-i itiraz olamaz. Alemde böyle bir iddia kadar butlanı zahir bir şey yoktur. Böyle bir iddia erkekler ile kadınlar beyninde hilkaten mevcut olan fark-ı azimi bilmemekten ileri gelir. Kadınların hususiyet haline, şuun-u hayatiyesine, kabiliyet-i fıtriyesine adem-i vukuftan neşet eder. Nikahın meşruiyetindeki felsefe-i aliyeyi adem-i muhafazadan münbais bulunur.

Erbab-ı ihtisas tarafından mufassalan beyan olunduğu üzere erkekler ile kadınlar arasında hilkaten pek büyük farklar vardır. Ezcümle vasati olarak erkeklerin sıklet-i bedeniye ve dimağiyesi kadınlarınkinden daha ziyadedir. Erkeklerin cümle-i asabiyeleri dahi kadınlarınkine nispetle daha mükemmeldir. Erkekler şedaid-i hayatiyeye daha ziyade mütehammil oldukları halde kadınlar erkeklere nazaran daha ziyade avarız ve emraza müsteitlerdir.

Hele kadınların birçok zamanları hayız ile, nifas ile, bar-ı sakil haml ile mürur eder. Birçok günleri ağuş-u şefkatlerini tezyin eden çocukları irza’ ile, terbiye ile geçer gider. Bu müddet zarfındaki mukarenetlerden nafi bir semere hasıl olamaz. Mea haza kadınlar pek erken sinn-i iyasa vasıl olup kuvve-i viladiyeden mahrum kalırlar. Halbuki fıtraten kavi olan erkekler bu gibi avarızdan masundurlar. Müteaddit kadınlar ile izdivaca ve bunların hukukunu hüsn-ü temine tabiaten müsteiddirler. Bir erkeğin nutfesinde her vakit işe yarayacak huveynat mevcut olduğundan sinni bir hayli tezayüt etse de yine kuvve-i tevlideye malik bulunur.

Hasılı kadınlar ile erkekler arasında gerek teşkilat-ı bedeniye ve gerek havas ve kuvve itibariyle büyük farklar vardır. Bir kadının bir zamanda iki erkeğin taht-ı nikahında bulunması kabiliyet-i bedeniyesiyle gayr-i mütenasip, vezaif-i zevciyeti ifa edebilmesine manidir. Terbiye-i etfale münafi, ihtilat-ı ensab-ı mucep daha bir nice mehazir-i içtimaiyeyi müstelzimdir. Zaten nikahtan maksad-ı asli, beşeriyeti fuhşiyattan sıyanet ile insal-ı beşeriyenin meşru bir surette devamını, tezayidini temin eylemekten ibaret değil midir? Halbuki bir kadının müteaddit erkekler mukarenette bulunması bu maksad-ı aslinin husulüne imkan bırakmaz.

Bir kadın bir zamanda kaç erkeğin taht-ı nikahında bulunursa bulunsun yalnız birinden gebe kalır fakat hangisinden kaldığı anlaşılamaz. Bu halde hem nesebi zayi olur hem de teksir-i nüfus gayesi temin edilememiş olur. Halbuki bir erkeğin müteaddit kadınlar ile bir rabıta-i zevciyet tesis etmesi bu gibi mahzurlardan tamamen salimdir. Binaenaleyh bu gibi hususatta kadınlar ile erkekler arasında müsavemet aranılması hem şerai-i ilahiyenin ahkam-ı ulviyesine münafi hem de kudret-i fatıranın eser-i bedii olan kanun-u fıtrata karşı bir isyan mahiyetini haiz olduğundan asla şayan-ı tasavvur olamaz.

6-teaddüd-i zevcat usulü, adaletle kabil-i telif değildir deniliyor. Bunu ispat için de bir erkeğin müteaddit zevcelerinden her birine karşı aynı sadakatle, aynı muhabbet ve meyelan ile mütehassıs olamayacağı dermeyan ediliyor. Bir kere zevcelerin teaddüdü yüzünden sadakatin haleldar olacağı teslim olunamaz. Vicdana, diyanete malik,namusperver erkekler hakkında böyle bir şey tasavvur olunamaz. Muhabbet ve meyelan cihetine gelince filvaki bu hususta tamamıyla temin-i adalet kabil değildir. Fakat insanlar yed-i ihtiyarlarında bulunmayan bu gibi hususat ile mükellef olamazlar. Elverir ki bir insan zevcelerinin hukukuna riayetkar olsun, bunlardan birine karşı kalben hissettiği muhabbet ve meyelanı diğerlerine karşı izhar ederek onların inkisar-ı hatırına sebebiyet vermesin. Bu hikmete mebnidir ki Kur’an-ı mübinde ‘’ وَلَنْ تَسْتَطِيعُوا أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ ۖ فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ’’ buyrulmuştur.

Aleyhissalatu vesselam Efendimiz ezvac-ı tahiratı arasında kasma son derece riayet eder, sonra da ‘’ اللهم هذا فعلي فيما أملك، فلا تلمني فيما تملك ولا أملك ‘’ buyururlardı.

Muhabbet-i kalbiye gibi hususatın madasında ise adaleti ifası her veçhile kabildir. Zevciyet hususunda ifası lazım gelen adalette ancak bundan ibarettir. Teaddüd-i zevcatın cevazı ancak bu adaletin vücuduna muallaktır. Eğer bu adalet hadd-i zatında mümkinül icra olmasa buna talik suretiyle teşri-i ahkamda bulunmak şari-i hakim hazretlerinin ulviyet-i şanıyla kabil-i telif değildir.

Vakıan birçok erkekler vardır ki bunlar müteaddit kadınlar hakkında değil bir kadın hakkında bile temin-i adalete muktedir olamazlar. Fakat yine öyle erkekler vardır ki onlar pek güzel bir terbiye ve tehzibe mazhar oldukları için müteaddit zevcelerine karşı ifası lazım gelen adalette asla kusur etmezler. Hasılı bu gibi hususatta kıyas-ı nefs caiz değildir.

Gençlik zamanının kendilerine bahşettiği bir neşve-i sevdaperestanenin taht-ı tesirinde bulunan bazı nevresidegan aile hayatının ancak bir aşk ve ğaram içinde yaşayabileceğine kail oldukları için teaddüd-i zevcat ile bu aşk ve ğaramı kabil-i telif görmüyorlar. Halbuki bir aileyi yaşatan, mesut eden mücerret bir aşk ve ğaram değildir. Bunlar bir lem’a-i sabavet gibi gibi seriu’z zeval şeylerdir. Zamanımızda pek ziyade inkişaf eden bu aşk ve ğaram yüzünden değil midir ki birçok hastalıklara, intiharlara, facialara şahit olup duruyoruz?

Asıl aileyi yaşatan,kaşane-yi izdivaca ifada-i mesudiyet eden şey, zevç ile zevceden her birinin uhdesine terettüp eden bir takım vezaif ve hukuka riayetkar olmasıdır. Bu cihet güzel bir terbiye sayesinde temin edildikten sonra artık aile arasında vücudu matlup olan adaletin,mesudiyetin tecellisine hiçbir mani kalmaz.

7-teaddüd-i zevcat usulü, ihtiyacatı tezyit ve binnetice sefalet-i umumiyeyi tevlit etmez. Belki ihtiyacatı tehvinei menafi-i umumiyeyi temine vesile olur. Vakıan yalnız büyük şehirlerde yaşayan mahdut ailelerin şerait-i hayatiyeleri nazara alınır ise bu yoldaki iddia kısmen doğru olabilir. Çünkü büyük şehirlerdeki bir takım ailelerin bazı efradı müddet-i medide müstehlik vaziyetinde bulunurlar. Bu gibi ailelere mensup çocuklar senelerce tahsil-i ulum ve maarif ile iştiğal eder ve bu müddet zarfında daima velilerinin saye-i himayesinde temin-i maişete mecbur olurlar. Fakat diğer yerlerde hal böyle midir? Her memlekette ahalinin kısm-ı azamını köylerdeki, küçük kasabalardaki halkı teşkil eder. Bu halk ise ale’l ekser müstahsil vaziyetindedir. Buralardaki ailelelerin bütün efradı, hatta sekiz dokuz yaşlarında bulunan çocuklar bile ailelerinin maişetini temine, servetini tezyide hadim, müstahsil birer uzuvdurlar. Bu gibi yerlerde efrad-ı ailenin artması aile hakkında ayn-i saadet addedilir. Ve bu müstahsil efradın tezayidi şüphe yok ki memleket için de iktisadi, siyasi birçok nukat-ı nazardan pek nafi bulunmuş olur.

8-teaddüd-i zevcat usulü inkısam-ı servete bais olduğu gibi izdiyad-ı servetede baistir. Binaenaleyh inkısam-ı servetten melhuz olan zarar, izdiyad-ı servet sayesinde maaziyade telafi edilmiş olur. Malum olduğu üzere servetin müstahsili insanlardır. İnsanlar ne kadar artarsa faaliyet-i iktisadiye de o nispette artar. Servet de o nispette tezayüt eder. Bir iki erkeği ihtiva eden bir aile ile müteaddit erkeklerden müteşekkil bir aileye istihsal-i servet nokta-i nazarından bakılırsa beynlerindeki fark pek bariz bir surette nazara çarpar. Maa haza bizim memleket gibi arazi-i sağira usulü cari olan, servet-i memleketi mahdut illerde mütemerkiz bulunmayan yerlerde inkısam-ı servetten o kadar endişeye mahal yoktur.

9-teaddüd-i zevcatın mevcudiyetinden dolayı alem-i Garbın su-i nazarlarına hedef olacak imişiz ! bilmem ki bunların hüsn-ü teveccühlerine mazhar olduğumuz takdirde ne istifade edeceğiz? Zaten biz Müslüman bulundukça böyle bir teveccühe mazhariyet kabil mi?

Malum olduğu üzere teaddüd-i zevcatı vesile ittihaz ederek İslamiyetin nasiye-i dirahşanı üzerine bir leke kondurmak ve bu veçhile iğfalatta bulunmak öteden beri Garbın bazı mehafilince bir gaye-i diniye mahiyetinde bulunmuştur. Nasraniyetin intişarında kadınların safvet-i kalbiyesinden pek çok istifade yollarını keşfetmiş olan rüesa-i ruhaniye bu vesile ile de kadınlara bir cemile göstererek gaye-i emellerine kavuşmak istemişlerdir. Halbuki evvelce de beyan olunduğu üzere teaddüd-i zevcat usulü yalnız şeriat-ı islamiyede değil, sair şeriatlerce de caiz olup edvar-ı kadimeden beri beynel akvam cari olmuştur. Bu hakikati Yahudiler ile hıristiyanlar da muteriftirler. Binaenaleyh edyan-ı semaviyeye mutekit bulunan milletler için bu usulü inkara, tezyife mecal yoktur. Bir din-i semavi ile mütedeyyin olmayan eşhasa gelince bunların da bu usul hakkında itiraza salahiyetleri olamaz. Nasıl olabilir ki? Bunların kısm-ı azamı kavlen teaddüd-i zevcat aleyhinde bulundukları halde fiilen bir zevce ile iktifa edemiyorlar. Kendi harim-i ismetlerindeki kadınlar ile kanaat etmeyip bir takım alufteganın ağuş-u şenaatkaranesine can atmaktan nefislerini men edemiyorlar. Bu gayr-i meşru mukarenetler yüzünden dünyaya gelen çocuklar da gayr-i meşru oluyor, aile terbiyesinden, izzet-i nefisten mahrum kalarak cemiyet-i beşeriye başına bela geliyorlar.

Meaheze bizim için başka milletlerin şuun-u hayatiyesini taklit etmek asla doğru değildir. Biz Müslümanlar ile sair milletler arasında şerait-i içtimaiye, secaya-yı milliye ve saire itibarıyla birçok farklar vardır. Binaenaleyh garbın mevhum-i teveccühünden mahrum kalmak korkusuyla kendi hayat-ı milliyemizi tebdil, kendi ahval-i içtimaiyemizi redd ve tezyif doğru değildir. Halbuki bugün garpta da ilmi, resmi en büyük makamatı ihraz etmiş bulunan bir takım mütefekkirin tarafından teaddüd-i zevcat usulü terviç edilmektedir. Vahdet-i zevce hakkındaki madde-i kanuniyenin bir an evvel tadili talep olunmaktadır.

Şüphe yok ki garp alemi fuhşiyatın derece-i şenaatini tamamen idrak ettiği, tezyid-i nüfus için meşru çareler taharri eylediği gün bu usulü kabule muztar kalacaktır. Şuna eminim ki teaddüd-i zevcat usulü garpta cari olup da şarkta memnu bulunsa idi bugün bu müessese aleyhinde bulunanlardan birçokları bu memnuiyetten şikayet edecek, ‘’din-i islam bu usule mesağ vermediği için nas bir taraftan fuhşiyat tarikine suluk ediyor,bir taraftan da memlekette nüfus-u umumiye tezayütten mahrum bulunur’’ diyecekler idi.

Belki yakın bir atide garp bu usulü kabul eder de bu baptaki itirazat nihayet bulur !

-Teaddüd-i zevcatın ferdi,içtimai fevaid ve muhsenatı

Velhasıl şerayi-i ilahiyenin tecviz etmiş olduğu herhangi bir muamele-i içtimaiyede saadet-i insaniyeye, adab-ı medeniyeye, kavaid-i adl ve nısfete münafi bir cihet bulunamaz. Bilakis bir takım menafi ve mesalihi mündemiç bulunur. Elverir ki bu husustaki şeraite riayet olunsun.

İşte şer-i şerifin tayin ettiği şerait dairesinde vuku bulan teaddüd-i zevcat usulüde bu cümledendir. Bu müessese-i içtimaiyenin ihtiva ettiği fevaid ve muhsenattan ber vech-i atidir.

1-teaddüd-i zevcat usulü, fuhşiyatın tevessüüne manidir. Bu sayede fuhşiyat azalır,ahlak-ı umumiye salaha yüz tutar,sıhhat-ı umumiye halelden masun kalır. Malum olduğu üzere iffet meselesi nezihit’ tab’ olan olan her zatın gaye-i emel ittihaz ettiği bir mesele-i ahlakiyedir. Halbuki bazen bir zevce ile iktifa edilmesi bu gayeyi temine kafi olmaz. Evvelce de arzolunduğu üzere kadınlar bir takım mevani ve avarızdan hali olamazlar. Erkekler ise bu gibi arızalardan masundurlar. Binaenaleyh bazen bir erkek yalnız bir zevce ile kanaat edemeyecek iktidardan mahrum olur. Artık bu erkeğin piş-i azminde iki tarik-i güşade bulunur ki biri tekrar tezevvüç etmek, diğeri girdab-ı fuhşa can atmaktır. Halbuki terbiye-i diniyeye nail, nezahet-i tab’a malik olan bir zat için hayatını fuhşiyatın emvac-ı dehşetnakı arasında ifna etmek asla kabil değildir. Şimdi böyle bir zat için yalnız bir tarik kalır ki o da tekrar tezevvüç etmekten ibarettir.

2-teaddüd-i zevcat usulü, teksir-i nüfusa hadimdir. Nüfusun tezayüdü ise hem efradın hem de cemiyetlerin menafi-i hayatiyesi icabatındandır. Malum olduğu üzere nikahın meşruiyetindeki makasıd-ı aliyeden biri de tenasül meselesidir. Bir erkek ne için teehhül ederek birçok fedakarlıklara katlanır? Ne için uhdesine teveccüh eden ağır ağır vezaif-i cemiyeti ifaya tahammül eder ? şüphe yok ki bütün bu mezahimi iktiham etmesi bir takım meşru makasıda müstenittir. İşte bu makasıdın başlıcalarından biri de evlat ve ahfada nailiyet emelidir. Halbuki bazen bir kadın ile de tesis edemeyen rabıta-i zevciyet, bu gibi meşru emelleri temine bir kadın ile de kifayet etmez. Evet olabilir ki kadın akim bulunur veya doğurduğu çocuklar yaşamaz yahut bir iki çocuk doğurduktan sonra artık doğurmaz bir hale gelir. Erkek ise birçok evlada nailiyet-i emel meşruinde bulunabilir. Bu meşru emelin husulü için de tekrar tezevvüçten başka çare bulamaz.

Bazı zevat diyor ki ; ‘’tezayüd-i nüfus hususunda kemiyetten ziyade keyfiyete ehemmiyet vermelidir. Teaddüd-i zevcat usulü ise kemmiyeten tezayüd-i nüfusa hadim olsa da keyfiyeten olamaz.’’ Halbuki bu iddia tamamen doğru değildir. Bir memleketin idame-i mevcudiyet edebilmesi için hem kemmiyeten hem de keyfiyeten tezayüd-i nüfusa ihtiyaç vardır. Nüfusun kemmiyeten tezayidiyle keyfiyeten tezayidi beyninde ise bir tezat mevcut değildir. Yaşamak isteyen bir milletin vazifesi bu iki cihetin ikisini de nazar-ı ehemmiyetten dur tutmamaktır. Teaddüd-i zevcat ise bu hususta salahiyetdar olan erbab-ı fennin beyanatıyla sabit olduğu üzere yalnız kemmiyeten değil keyfiyeten de tezayid-i nüfusa hadimdir. Zevcelerin teaddüdü neslin istifasına, ırkın gürbüz bir halde yetişmesine yardım etmektedir.

Yine deniliyor ki ‘’avrupada teaddüd-i zevcat usulü cari olmadığı halde nüfusu tezayüt ediyor. Bizim memlekette ise bu usulün mevcudiyetine rağmen nüfus-u umumiye tezayütten mahrum bulunuyor.’’ Meşru surette bu iddia da tamamen doğru değildir. Bir kere avrupada teaddüd-i zevcat usulü mevcut değilse de gayr-i meşru surette hem de gayr-i mahdut bir halde mevcut bulunmaktadır. Maaheze tezayüd-ü nüfusu temin edecek birçok esbap vardır ki teaddüd-i zevcat da bunlardan biridir. Binaenaleyh garpta bu usul cari olmasa bile sair esbaba riayet edilmektedir. Bizim memlekette ise bu esbaptan hiçbirine kafi derecede riayet edilmiyor.

3-teaddüd-i zevcat usulü,kadınlık hayatının itilasına hadimdir. Malum olduğu üzere her memlekette kadınlar erkeklerden daha ziyade bulunuyor. Bu kadınlardan bir kısmı her türlü mahrumiyete katlanarak sefilane bir halde yaşıyor, diğer bir kısmı da ya saik-i ihtiyaç ile veya nefsinin temayülatına tabiiyetle fuhşiyat sahalarına düşüyor. Bu suretle kadınlık hayatında pek feci hadiseler zuhur ediyor, beşeriyetin latif bir cinsine mensup olan bir takım biçareler, temeyyüz-ü kalpleri saatlerce ağlatacak felaketlere uğrayıp duruyor. Halbuki teaddüd-i zevcat usulüne riayet edildiği takdirde bu kadınlardan mühim bir kısmı sefaletten kurtulur, cevher-i ismetini parçalayacak hareketlerden masun kalır,bunun neticesinde de kadınlık aleminde başka bir nezahet, başka bir mesudiyet tecelli eder.

1335 senesine ait ihsaiyat münderecatına nazaran memleketimizde erkeklerin mikdarına nispetle Bursada (15.466), Konyada (37.623), Ankarada (30.009), diyarbakırda (27,255) fazla kadın vardır. Bu nispet bittabi bilahare daha ziyade artmıştır. Bu zavallı kadınların hali ne olacak? Bunlar kendilerinin zatü’z zevç olmasını istemezler mi? Bunların ihtiyacat-ı hayatiyelerini ne suretle tatmin edilecektir? Yalnız kendi nefislerini, kendi mesudiyetlerini düşünen zatü’z zevç hanımefendiler birazda bu bikes hemşirelerini düşünmeli değil midir? Acaba bir gün kendilerinin de böyle bir vaziyette bulunmayacakları ne malum !

Bugün biz öyle bir halette yaşıyoruz ki efrad-ı milletten yalnız bir kısmının saadet halini düşünmemiz asla caiz olamaz. Bugün efrad-ı milleti ve bilhassa birçok sademata uğramış olan memleketimizi düşünmek meburiyetindeyiz. Binaenaleyh hem erkeklerimiz hem de kadınlarımız mümkün mertebe fedakarlıkta bulunmalıdır ki milli,siyasi,iktisadi mevcudiyetimizi kurtarabilelim yoksa bir kısım efradın refah ve saadeti fayda vermez.

4-teaddüd-i zevcat usulü, kadınların devam-ı sıhhatine, beka-yı letafet ve taravetine hadimdir. Bir kadın, zevcinin hizmetinde bulunur, çocuklarını terbiye ile meşgul olur, umur-u beytiyesini hüsn-ü rüyete çalışır. Halbuki bir kadın, mehafet-i bünyesiyle beraber bu kadar ağır vazifeleri ifaya uzun müddet tahammül edemez, sıhhati muhtel olur, hüsn ve taraveti zevale yüz tutar, çocuklarını istediği gibi terbiyeden aciz kalır, umur-u beytiyesi biganelerin elinde kalmış olur. Fakat zevcinin diğer bir zevcesi daha bulunduğu takdirde uhdesine teveccüh eden bu mühim vazifeler kısmen tahaffüf eder, istirahatini temin edecek kadar müsait zamanlara nail olarak sıhhatini, letafet ve taravetini idameye muvaffak olur. Hülasa-i makal, teaddüd-i zevcat usulü, şerait-i şeriye dahilinde vaki olduğu takdirde ferdi,içtimai birçok fevaid ve mesalihi ihtiva eder.

Şeriat-ı münevveremiz feyz-i tuluiyetiyle afak-ı insaniyete başka bir nuraniyet vermiş,mesut bir aile teşkili için zevcinin mütekabilen ifa edecekleri vazifeleri, mütekabilen haiz oldukları hukuku tayin buyurmuştur. İşte bu hukuk ve vezaife riayet edebilecek erkekler hakkında teaddüd-i zevcata mesağ vardır. Böyle bir erkek lüzum görürse bu usule riayet eder, lüzum görmezse bir zevce ile kanaat eyler. Bu hususta bir mecburiyet yoktur. Hatta zevcesini mahzun etmemek için üzerine tezevvücü terk eden bir erkeğin, kezalik ortağı olacak kadını hüzün ve kederden sıyanet için zevciyle izdivaçtan imtina eyleyen bir kadının ındallahi me’cur olacağı (feteva-yı hindiyye,dürrül muhtar) gibi muteber kütüb-ü fıkhiyemizde muharrerdir. Bunun içindir ki Müslümanlar arasında iki üç zevceleri olan erkekler nihayet binde bir nispetini tecavüz etmemektedir. Binaenaleyh bizim müdafaa ettiğimiz cihet, şeraitini haiz olan kimseler hakkında bu baptaki cevazın bir hikmete, bir maslahata müstenit olduğunu beyandan ibarettir. Elbette şari-i hakim hazretlerinin tecviz buyurduğu bir mesele-i içtimaiye hikmetten,maslahattan hali olamaz. Yoksa maksadımız mutlaka herhangi bir erkeğin müteaddit kadınlar ile izdivacını terviç ve teşvik değildir. Zaten hukuk-u zevciyete riayet edemeyecek erkekler için birer kadınla bile izdivaç etmek caiz olamaz.

Ömer Nasuhi