Tarihi Fıkhın Mâhiyeti ve Fâideleri

1 Kasım 1951

Tarihi Fıkhın Mâhiyeti ve Fâideleri

Tarihi Fıkhın Mâhiyeti ve Fâideleri

1 Kasım 1951-9. Sayfa-Dergi: İslamın Nuru

Sayı: 1. Cilt 7. Sayı

İlmi-i fıkhın tarihi,umumi tarihin islam hukukuna ait olan mühim bir şubesini teşkil eder. Tarih-i fıkıh,hukuk ilminin zaman-ı risaletten itibaren nasıl teessüs etmiş,nasıl inkişafa mazhar olmuş ve ne veçhile müdevven bir hale gelmiş olduğunu gösterir. Bu ilme hizmet etmiş olan müçtehitlerin ve sair fukahanın bu baptaki pek mühim say ve gayretlerini,muvaffakiyetlerini kaydeder. O büyük zatların şahsiyetlerini,yüksek bilgilerini göstermeğe çalışır.

Tarih-i fıkha ‘’tarihü’t teşri’’ adı da verilmektedir. Tarih-i fıkhın faideleri pek mühimdir. Bu sayede islam hukukunun nasıl metin,ulvi esaslara dayandığı görülür,mezahib-i fıkhinin nasıl teessüs etmiş olduğu öğrenilir,ecille-i ümmetin bu hususta ne kadar fedakarane çalışmış oldukları anlaşılır,Müslümanların ilim ve irfan, fazilet ve diyanet,hak ve adalet sahalarında ne kadar meşkur hizmetlerde bulunmuş oldukları tecelli eder.

Ashab-ı kiram ve kibarı tabiin devrinde mesail-i fıkhiyeye vakıf olan zatlara ‘’kurra’’ denilirdi. Bilahare ilm-i fıkıh,müdevven bir hale gelmeğe başlayınca bunun mütehassıslarına ‘’fukaha’’ denilmiştir ki müfredi ‘’fakih’’dir. İlm-i fıkha ait olan birçok ıslahat ile fıkhi meselelerin baplara, fasıllara ayrılması da bu fukaha-yı kiram tarafından tespit ve tanzim edilmiştir.

İLM-İ FIKHIN MENBALARI

İslam hukukunu teşkil eden ilm-i fıkhın başlıca menbaları, Kur’an-ı Mübin ile sünen-i nebeviyedir ve icma ile kıyastır. İslam hukukundaki şeri hükümler, ya kitabullahtan veya rasul-i ekremin sünnetlerinden veya müçtehidin-i kiramın icmaı ile kıyas-ı fukahadan istinbat olunmuştur. Bunlar, islam hukukunun asıl me’hazleridir. Bunlara edille-i erbaa denir. Bunlardan başka istihsan,istishap, örf ve teamül gibi bir takım menbalar da vardır ki bunlara da feri me’hazler denilir.

İşte islam hukuku bu hususi esaslara,me’hazlere müstenit olduğu cihetle millet-i islamiyeye ait, müstakil bir mahiyeti haizdir,başka milletlerin hukukundan muktebes değildir. İslam hukukunun müstefiz olduğu en kutsi, en birinci menba Kur’an-ı azimdir. Bu kitab-ı ilahi,daha zaman-ı nebevide tamamen ezber edilmiş, müteferrik surette yazılmış idi. Sonra bu kitab-ı mübinin bütün ayetleri,sureleri, hazret-i Sıddık’ın hilafeti zamanında bildiğimiz veçhile bir araya toplatılarak Mushaf halinde tespit edilmiş, hazreti osmanın hilafeti zamanında da bu Mushaf-ı şerifin müteaddit nüshaları yazılmış, büyük islam merkezlerine birer nüsha gönderilmiştir.

İşte bu kitab-ı ilahi, asr-ı saadetten zamanımıza kadar, olduğu gibi mahfuzdur. Bunun tamamını ezberlemiş olmak şerefini haz yüzbinlerce hafızu’l kur’an bulunmaktadır.

İslam hukukunun feyz aldığı en mübarek menbalardan biri de peygamber efendimizin sünnetleridir. Sünen-i nebeviye de daha zaman-ı saadetten itibaren ashab-ı kiram tarafından fevkalade bir itina ile hıfz ve zapt edilmişti. Bunlar ile de bütün Müslümanlar son derece ilgili bulunmuşlardı. Hatta bunları yazı ile zapt ve tespit etmesi için Abdullah ibni Amr hazretlerine taraf-ı nebeviden mezuniyet verilmişti. Bilahare islam muhiti genişlemiş, ashab-ı kiram etrafa dağılmış, her tarafta yüksek ilim erbabı yetişmiş olduğundan sünen-i nebeviyenin tamamen yazılarak müdevven bir hale getirilmesi zamanı gelmişti.

Ömer bin Abdülaziz hilafet makamını ihraz edince sünnet-i seniyenin kemal-i dikkatle tedvinine lüzum görmüş, bu hususa tabiinden ibni şihab ez-Zühri ile medine-i münevvere valisi Ebubekir Muhammet bin ömer bin hazm gibi yüksek din alimlerini memur etmişti. Ömer bin Abdülaziz, medine-i münevvere valisine yazdığı mektupta : ‘’rasul-i ekremin hadislerine, sünnetlerine dair muttali olduğun şeyleri yaz. Çünkü ben ilmin münderis olmasından, ulemanın bitip gitmesinden korkuyorum’’ demişti. Ebubekir Muhammet, hadise dair bazı kitaplar yazmış, fakat bunları göndermeden, ömer bin Abdülaziz, hakkın rahmetine kavuşmuştu.

Ehadis-i şerifeye dair ilk tedvin edilen müstakil kitap imam malik hazretlerinin ‘’Muvatta’’ adındaki meşhur eseri sayılmaktadır. Ömer bin Abdülaziz zamanından itibaren islam alimleri, sünen-i nebeviyeyi cem ve tedvin hususunda büyük bir gayret göstermişlerdi. Bunları cem ve tespit eden başlıca alimler Mekke-i mükerremede ibni cüreyc, medine-i münevverede Muhammet bin İshak ve malik bin enes, basrada rebi bin sabih, said bin ebi arube, hammad bin seleme, Kufe’de süfyan-ı sevri, Şam’da Evzai, Yemende Ma’mer, Horasanda ibnül mübarek, Mısırda Leys bin Sad idi.

Bu zatlar hem hadisleri muttasıl baplarda cem eder, hem de ashab-ı kiramın akvalini, tabiinin fetvalarını da hadis kitaplarına derç ediverirlerdi. Sonra ikinci asrın nihayetine doğru bir kısım alimler de ‘’mesanid’’ namıyla Rasul-ü ekreme isnat edilen hadisleri cem ve zapta çalıştılar. Bu husustaki kitaplarda yalnız nebiyy-i zişandan rivayet edilen hadisler yazılmış, sahabe-i kiramın akvali derç edilmemiştir.

İlk müsned kitaplarını telif eden zatlar, ubeydullah bin musel kufi, müsedded bin müserhedil basri, nuim bin hammadi’l huzai ve sairedir. Bunlardan evvel imam-ı azamın,imam şafii ile imam Ahmet bin hanbelin de müsned olarak yazılmış hadis kitapları vardır. Ebu davut et-Tayalisinin, Ebubekir-i Bezzarın, Abdullah-ı Darimi ile Musullu Ebu Ya’la’nın da müsnedleri vardır. Bunlardan başka pek kıymetli, ebvab-ı fıkhiye üzere mürettep daha birçok hadis kitapları yazılmıştır. Bilhassa imam Muhammet buharinin ve imam Müslimin ve Ebu Davud-u sicistani ile Ebu İsa Tirmizinin ve abdurrahman-ı Nesai ile ibni Macenin hadis kitapları ‘’kütüb-ü sitte’’ namıyla meşhur ve kabul-i ammeye mazhar olup Kur’an-ı Kerimden sonra kütüb-i diniyemizin en sahih ve en muteberi sayılmışlardır.

İmam taberani’nin de Mucem-i kebir, mucem-i evsat, mucem-i sağır adında ç adet ehadis-i şerife mecmuası vardır ki bunlara Macim adı verilmiştir. İşte bütün bunlar İslam hukukunun pek feyizli birer kaynağı bulunmaktadır.

İslam hukukunun menbalarından biri de icma-yı ümmet, diğeri de kıyas-ı fukahadır. Kıyasa ‘’rey’’ de denilmiştir. Mamafih rey, daha umumi bir tabirdir. Kıyas manasında müstamel olduğu gibi mücerret mütalaa, bir şey hakkındaki kanaat, ındi hüküm manasında da müstameldir. Sahabe-i kiram nazarında rey, nasstan,nassın delaletinden ahzedilmiş olan şeylerin maadasıdır ki kıyasa, istihsana, mesalih-i mürseleye , beraet-i asliyeye, sedd-i zeriaya yani fesada, zarara müeddi olan şeyleri men’e şamildir. Bu zevata göre rey, tefekkürden, teemmülden ve savab cihetini anlamayı talepten sonra kalbin görüp kestirdiği şey demektir. Öteden beri rey’in lehinde ve aleyhinde birçok asar ve mütalaat vardır. Bu cihet tetkike muhtaçtır.

Rey, ‘’i’lamu’l muvakiin’’ de de mezkur olduğu üzere üç kısımdır. Biri, bila şüphe batıl olan reydir ki bu kati hususa muhalif olan reyden ibarettir. İkincisi, sahih olan reydir. Bu, içtihat mahallinde şeraitine muvafık olan reyden ibarettir. Üçüncüsü de iştibahtan hali olmayan reydir. Eslaf-ı kiram bu üç kısma işaret etmiş, sahih reyi istimal ederek onunla amelde bulunmuş, onunla fetva vermiştir. Batıl reyi de zemmetmiş, onunla da fetvada,kazada bulunmayı men eylemiştir.

Üçüncü kısım ile de inde’z zarura ameli, fetva ve kazayı caiz görmüştür. Mamafih bu üçüncü kısım ile her halde amel edilmesini iltizam etmemişlerdir. Ve buna muhalefeti haram görmemişlerdir. Buna muhalif olanı dine muhalif saymamışlardır. Belki bunu kabul ile ret arasında muhayyer kılmışlardır. Bunu adeta muztar bir kimseye başkasına ait taamdan, sudan hayatını kurtarabilecek miktarının mubah olması gibi görmüşlerdir ki böyle bir zaruret bulunmadıkça haram olur.

İmam Ahmet bin hanbel demiştir ki ‘’imam şafiiden kıyası=reyi sordum ve bana dedi ki ‘’ona ancak zaruret zamanında müracaat olunur.’’

Velhasıl batıl olan,maslahata muhalif olan, nususa muhalif bulunan bir rey, bütün müçtehitlerce merduttur. Sahih olan bir rey ise yine bütün müçtehitlerce makbuldür. Sıhhatinde iştibah olunan bir rey ile de zaruret halinde amel olunabilir. Buna ihtiyaç vardır. Bundan hiçbir müçtehit, müstağni olamaz. Binaenaleyh rey aleyhindeki asar ve mütalaat, mücerret teşehhi neticesi olup, bir asla istinat etmeyen batıl rey hakkındadır. Yoksa Rasul-i Ekrem de, hulefa-i raşidin de, sair birçok müçtehitler de kıyas denilen ve şer’i bir asla, bir illete dayanan hak ve rey ile ameli caiz görmüşlerdir.

İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen