14 Şubat 1924

14 Şubat 1924

14 Şubat 1924

Sakat ve Iskat-ı Cenin Faciaları 1

14 Şubat 1924

Bir memlekete teveccüh eden afat-ı içtimaiyeden biri de sakat ile iskat-ı cenin faciasıdır. Bazı memleketlerde bu afet-i içtimaiye baş döndürücü bir süratle tezayüt etmektedir. Bizim memleketimiz de bunlardan maduttur. Binaenaleyh bu hususta fıkhî, ahlâkî, içtimaî, sıhhî nukat-ı nazardan bazı mütalaat serdine lüzum görüyorum.

Sakat hadise-i elimesi ve esbabı;

Malum olduğu üzere bazı kadınlar hamile bulundukları çocukları sıhhi, tıbbi hiçbir tedbire müracaat etmedikleri halde vaktinden evvel düşürüyorlar. Bu feci hadise maddi, manevi bir takım esbap ve avamil tesiriyle zuhura geliyor, esbab-ı maişetin noksanı, tedabir-i sıhhiyenin fekdanı, kadınların hamilleri hakkında takyidatta kusur etmeleri, haml esnasında şiddetli heyecanlara maruz kalmaları, havf ve telaş içinde yaşamaları, kendilerini pek ziyade müteessir edecek vukuatı istihbar eylemeleri bu esbab ve avamil cümlesindendir. Fakat bu hususta asıl en mühim bir sebep vardır ki o da ebeveynden birinde sârî bir hastalığın, müzmin bir illetin ve bilhassa emraz-ı zühreviyeden birinin bulunmasıdır. Emraz-ı zühreviye ise fuhşiyatın meşum bir neticesidir.

Filhakika namus ve iffetle kabil telif olmayan bir takım ef’al ve harekât yüzünden ne vahim neticelerin vücuda geldiği daima görülmektedir. Birtakım hevaperest eşhas, behimi bir zevkin esiri olarak her türlü gayr-i meşru münasebete cüretyab oluyor, artık fuhşiyat denilen musibet-i içtimaiye olanca şiddetiyle menhus dairesini tevsi ederek muhitin heva-yı safini tesmim edip duruyor.

Bir memlekette fuhşiyatın tevsii mücerret cehaletten, mücerret esbab-ı maişetin noksanından münbais olduğu iddia olunamaz. Garbın birçok müterakki, zengin şehirleri vardır ki buralarda ahalinin yüzde doksan beşi okumuş, yazmış, her türlü şerait-i içtimaiyeye nail bulunmuş olduğu halde aralarında fuhşiyat beli-i içtimaiyesi daha ziyade istilakarane bir cereyan almıştır. Bu hususta en büyük amil, aile reislerinin çocuklarına, müessesat-ı tedrisiyenin talebeye, erbab-ı kalemin efrad-ı ahaliye karşı mükellef bulundukları terbiye ve tenvir vazifesini hüsn-ü ifada kusur etmelerinden başka değildir.

Aile reislerinin vazifesi:

Aile reislerinin uhdelerine terettüp eden terbiye ve tehzip vazifesi pek mühimdir. Bir aile reisi taht-ı riyasetinde bulunan efradın terbiyesine bakmazsa, kendi evladının serbesti-i harekâtını takyit etmezse elbette o aile arasında nezih bir hayatın teclisi kabil olamaz. Elbette onun evladı, serbest-i harekâtını suistimal ederek bir takım sefahat sahalarında vakitlerini zayi etmekten kendini alamaz. Artık tecrübesiz genç bu gibi meş’um alemlerde gördüğü aşıkane, perde-bîrûnâne manzaralar karşısında terbiye-i fıtriyesini de kaybeder, bir hiss-i taklit ile bu fecayi-i içtimaiyeyi temsile başlar, kendisi gibi tecrübesiz gençler ile birer kaşane-i sevda-perestane tesisine çalışır, işi daha ileri götürerek birer maktel-i insaniyet olan barlara, umumhanelere başvurur, nihayet hem kendi hayatını tesmim eder, hem de atiyen riyasetinde bulunacağı bir aile efradının sefaletine, felaketine sebebiyet verir. Vücutlarına bais olacağı masumlar da ya sakat afetine maruz kalır, yahut malul bir vücut ile dünyaya ayak basarak bütün günleri ah ve enin iler geçer gider.

Müessesat-ı tedrisiyenin vazifesi;

Müessesat-ı tedrisiyeye gelince bunların vazifeside pek mühimdir. Bunlar ağuş-u terbiyelerine kabul ettikleri evlad-ı vatana dini, ahlaki nezih bir terbiye vermekle mükelleftirler. Muallimler, müderrisler olanca belağat-ı nutkiyeleriyle, olanca kemalat-ı ilmiyeleriyle talebeyi irşada çalışmalı, talebenin fikrini iffet ve fazilet nurlarıyla tenvire gayret etmelidirler. Ahlaksızlığın, ,iffet ve faziletten mahrumiyetin olanca fezayihini en canlı surette tasvir ederek bu gibi seyyiata karşı talebenin dimağında pek derin bir hiss-i nefret uyandırmaya himmet eylemelidirler. Yoksa bir müessese-i tedrisiyede diyanete, ahlaka, fezail-i içtimaiyeye dair güzel güzel dersler verileceği yerde bilakis fena fikirler telkin edilirse, talebenin terbiye-i fıtriyesini esasından tezelzüle uğratacak mütalaalar dermeyan olunursa, bir takım sefahethaneler birer meal-i hanedep olmak üzere gösterilirse artık böyle bir darü’t tahsilin mahsulü olan evlad-ı vatandan terbiye-i diniye, nezahet-i ahlakiye, fazilet-i içtimaiye namına ne beklenilebilir?

Erbab-ı kalemin vazifesi ;

Erbab-ı kaleme gelince bunlar bir heyet-i içtimaiye arasında pek mühim bir mevki sahibidirler. Bir memlekette yetişen erbab-ı kalem cidden muktedir, namuskar, faziletperver bulunursa onlarından asar-ı kalemiyesinden efrad-ı millet pek ziyade istifade eder. Herkes bu sayede uhdesine teveccüh eden medeni, içtimai vazifeleri öğrenir, güzel bir tehzip ve terbiyeye nail olur. Fakat erbab-ı kalemden addolunan kimseler seciyesiz, mesleksiz, hüsn-ü ahlaktan mahrum bulunursa bunların su-i neşriyatıda bir badızehra alude gibi birçok kimselerin fikrini, ahlakını bozar,temayülat-ı hevaperestanesini teheyyüç eder ve binnetice aheng-i içtimaiyeyi mahv ve izaleye sebep olur.

Nitekim her memlekette kalemlerini şerre alet ittihaz eden bu gibi muzır eşhas bulunursa o memlekette ahlaksızlık günden güne tevessü’ eder. Birçok kadınlar, tecrübesiz gençler asri terakkiyata mazhar olmak bahanesiyle birtakım yolsuz harekata cüretyab olur. Nihayet koca bir kitle-i beşeriyet, fuhşiyat alemlerine can atar, birçok ademler bu gibi rezail-i içtimaiyenin kurbanı olarak müthiş müthiş illetlere tutulur. Bir nice masumlar da daha meşim-i maderde iken tesemmüm ederek girdab-ı helake atılır.

Iskat-ı cenin faciası ;

İskat-ı cenin seyyiesine gelince bu, kasda makrun olduğu cihetle daha büyük bir cinayet teşkil eder.bu seyyie-i ahlakiye ale’l ekser şerait-i hayatiyenin noksanından, güzel bir terbiyeye adem-i nailiyetten ve medeniyet-i garbiyenin tevlit ettiği sefahetlere ve saireye inhimaktan neşet etmektedir.bunları sırasıyla biraz izah edelim.

  1. Bazı aileler vüs’at-ı maişete nail olamıyorlar. Fakr ve zaruretin kendilerine verdiği ye’s ve fütur ile ne yapacaklarını bilemiyorlar. Daha ziyade ihtiyaç içinde kalacaklarını düşündükleri için efrad-ı ailenin artmasını istemiyorlar. Bu fikrin su-i tesiriyle de iskat-ı cenin fezihasını irtikaba mecasir oluyorlar. Halbuki bu fikir pek batıldır. Allahına itimadı olan, mukadderat-ı ezeliyeye razı bulunan bir müminin dimağında bu gibi fikirler cay-ı kabul bulamaz.Malumdur ki akvam-ı cahiliyeden bir kısmı mücerret fakr ve zaruret havfıyla çocuklarını diri diri topraklara gömerlerdi. Bilahare nir-i İslamiyet tulua başlayınca insaniyete, rikkat-i cinsiyeye, ihtisasat-ı rakika-i beşeriyeye münafi olan bu çirkin hareket ‘’ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍؕ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْؕ اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَبٖيراً’’ nazm-ı celili ile nehyolunmuştur.

Şüphe yok ki Halik-i kainat hazretleri Rezzak-ı alemdir. Her zi-hayatı başka bir rızka nail etmiştir. Artık efrad-ı ailenin tezüyüdüyle esbab-ı maişetin tenakus edeceğine nasıl kail olabiliriz? Her şahıs kendi rızkıyla dünyaya gelir, kendi rızkını istifa eder, başkalarının rızkına müzahim olamaz, bilakis çok kere bir nevzadın yümn-i kudümüyle aile arasında bir feyz ve bereket yüz gösterir. İnsan birazda bu cihetleri düşünmelidir. Bu cihetleri düşünmeyip de mücerred dıyk-i maişet havfiyle çocuklarını daha dünyaya gelmeden adem-i abada gönderen eşhas ile çocuklarını diri diri mezara defneden akvam-ı cahiliye beyninde ne fark vardır? Belki bu merhametsiz eşhasın irtikap ettiği cinayet daha fecidir. Çünkü bu surette hem bir masumun hayatına kastedilmiş oluyor, hem de onu hamil bulunan kadının hayatı büyük bir tehlikeye maruz kalıyor.

Evet, tıbben sabittir ki çocuk düşüren bir kadının vücudu her türlü hastalıklara müsteid olur. En ufak bir arızanın tesiriyle en mühlik, en müzmin illetleri kabule müheyya bulunur. Ve ekseri böyle bir kadın ebediyen akamete mahkum olur. Artık ahkam-ı diniyesine itaat eden, hayatının kıymetini bilen bir kadın nasıl olurda böyle bir cinayete cüret edebilir?

  1. Bir kısım kadınlar bulunuyor ki bunlar bir cehalet ve hamakat neticesi olarak bir takım iblis siret eşhasın kapıldıkları cihetle cevher-i ismetlerini parçalıyor, sonra da gayr-i meşru surette kazandıkları çocukları iskat ederek güya kendi hareket-i şenialarının meydana çıkmasına mani olmak istiyorlar. Fuhşiyatı kendilerine alenen meslek ittihaz etmiş bir takım deni kadınlar da vardır ki bunlar kendi serbesti-i harekatlarına engel olmasın diye gayr-i meşru surette tedarik ettikleri çocukları iskata lüzum görmektedirler. Bazı memleketlerde bu gibi gayr-i meşru etfali himaye için bir kısım müessesatı vücuda getirilmiş olduğundan oradaki alüftegan,çocuk düşürmeğe o kadar lüzum görmüyorlar. Bu gibi müessesata malik olmayan yerlerde ise cevher-i iffetten mahrum bulunan bu misilli kadınlar arz olunduğu üzere iskat-ı cenine lüzum görmektedirler. Hasılı fuhşiyatın men’ ve izalesi cihetine gidilmelidir. Bu cihet temin edildikçe ıskat-ı cenin beliyy-i içtimaiyesinin günden güne tevessü edeceği şüphesizdir.

  2. Bir kısım kadınlar da bulunuyor ki bunlar ya gençlik zamanının kendilerine bahşettiği hüsn ve taraveti daima muhafaza etmek yahut azade ser kalarak bütün gün sinemalarda, tiyatrolarda ve daha başka zevk ve safa alemlerinde vakit geçirmek emeliyle valide olmaktan kaçınıyorlar. Nihayet bir iki çocuk ile iktifa ediyor, ba’dehu zuhur eden yavrucukları düşürmek için her türlü tedabire başvurup duruyorlar.

Acaba böyle taş yürekli bir valide doğurduğu yavrusunu diri diri yiyen bir canavardan daha aşağı bir mahiyette değil midir? Eğer böyle bir kadının son derece çirkin olan sireti harice aksedecek olsa artık onun suretindeki hüsn ve letafetin ne kıymeti kalır? Ya kendi cins-i latifine has olan vezaifi ifadan kaçınıp da eğlence yerlerinde, sefahat sahalarında demgüzar hayat olan bir kadının heyet-i içtimaiye arasında ne mevkii olabilir? Hele böyle bir kadın Müslüman bir aileye mensup ise kendisini muhadderat-ı islamiyeden addetmeğe nasıl cesaret edebilir? Hiç böyle vazife-naşinas bir kadın bu şerefe mazhar olabilir mi? Vücuduna sebebiyet verdiği bir masumu ıskat ve itlafa cüret eden bir kadın kendini bir cani, kasvet-i kalbe malik bir şaki olmak üzere tanımalıdır. Bir kadın ancak müddet-i medide hasta kalır, veya bir maraza müsteit olur, yahut kendisinde kalp hastalığı gibi bir arıza mevcut bulunursa bir müşavere-i tıbbiye neticesinde kable nefhi’r ruh ıskat-ı ceninen şer’an mezun olur. Yoksa böyle sıhhi,tıbbi bir sebebe müstenit olmadıkça ıskat-ı cenine kıyam etmesi asla caiz olamaz.

Iskat-ı ceninin şenaati ve mucep olduğu ceza ;

Elhasıl bila zarura vuku bulan ıskat-ı cenin hadiseleri birer cinayettir. Bu fazihaya ictisar edenlerin şer’an, kanunen cezadide olmaları icap etmektedir. Kütüb-ü fıkhiyemizde beyan olunduğu üzere azası kısmen müstebin olan bir cenin tamamen müstebin hükmündedir. Böyle bir cenini ıskat ise katl ile birebirdir. Binaenaleyh bir kadın hilkati, suret-i insaniyesi tamamen veya kısmen tebarüz eden bir cenini ıskat ederse adeten bir katil gibi irtikab-ı masiyette bulunmuş olur. Nitekim Dürrü’l Muhtar’da ‘’ ولا يخفى أنه يأثم اثم القتل لو استبان خلقه ومات بفعلها’’

diye muharrerdir.

Ümmehat-ı kütüb-ü fıkhiyemizden ‘’Muhitu’l Burhani’’de ve sairede beyan olunduğu üzere nutfe, rahm-i madere vasıl olduktan sonra henüz ruh-u nefh olunacak kadar bir müddet mürur etmese bile bunu ıskat etmek caiz değildir. Çünkü nutfe, rahme vasıl olduktan hiçbir kimsenin sun’una muhtaç olmaksızın nefh-i ruh ile hayat bulmaya başlayacağı cihetle zi-hayat mesabesinde addolunur. Binaenaleyh bunu ıskat etmek karin-i cevaz olamaz.

Nutfe , rahm-i madere vasıl olduktan ve nefh-i ruh kabil olacak kadar bir müddet geçtikten sonra bunu ıskata tevessül etmek ise evla bi’t tarik caiz değildir. Çünkü bu halde nutfe, zi-hayat itibar olunacağından bunu ıskat eden katil olmuş olur. Katl ise en büyük bir cinayettir. Mebsut-u Serahsi’de vesair kütüb-ü şeriyyemizde deniliyor ki; ‘’ nüfus hakkında vuku bulan cinayetler – allahu tealaya şerik ittihazından maada- bilcümle muharrematın en büyüğüdür. Bunun içindir ki Furkan-ı Mübin’de ‘’her kim bir şahsı, başkasını katl veya yeryüzünde fesat iyka etmeksizin öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş olur’’ diye beyan buyrulmuştur.

Filvaki bazen bir şahıs ila-i kelimetullah hususunda muhtaç olanlara muavenet ve müzaheret hususunda adeta bir cemaat makamına kaim olur,bütün beşeriyeti müstefit edecek ef’al ve harekata muvaffak olabilir. Artık efrad-ı beşeriyeden birini katletmiş olan kimse o fert vasıtasıyla vukuu melhuz olan bu gibi menafi-i ammeyi mahvetmiş, asayiş-i umumiyeyi haleldar eylemiş, bir takım eşirraya su-i misal olmuş olacağından adeta bütün beşeriyetin hayatına kastetmiş addolunur.

Cenine gelince bu da nüfus-u umumiyeyi tezyide ve binnetice mevcudiyet-i milliyeyi idameye bais olacak bir ferd-i nafi demektir. İhtimal ki bu cenin ilerde mensup olduğu aile için bir vesile-i şeref ve şan olacaktır. İhtimal ki bu cenin pek büyük bir istidad-ı fıtriye malik olup içinde bulunduğu cemiyetin itilasına hizmet edecektir. Halbuki ıskat hadise-i meş’umesi bu gibi daire-i imkanda bulunan fevaid-i içtimaiyeyi büsbütün mahvedip gidiyor. İşte bunun içindir ki şeriat-ı adilemiz bu cinayeti irtikap edenler hakkında ağır cezalar tertip ediyor. Ezcümle bir kadın ilaç içmek, ağır bir şey kaldırmak yahut karnına vurmak gibi bir suretle kasten çocuk düşürünce nazar olunur. Eğer çocuk hayy olarak düşer de akabinde vefat ederse bu kadın üzerine hem diyet hem de kefaret lazım gelir. Ama çocuk henüz nefhayab hayat olmadan düşerse yalnız ğurre yani diyet-i şer’inin yirmide biri olan beşyüz dirhem gümüş vacip olur. Kadın bir ceza-yı nakdi olmak üzere diyet ve ğurreyi ıskat ettiği ceninin veresesine verir, kendisi katil addolunduğundan bizzarure bundan hassa alamaz.

Bu ceza bu husustaki nehy-i şer’inin en müessir bir müeyyidesidir. Tab’an meyal-i emval bulunan kadınların bu suretle ceza-dide olmaları şüphe yok ki kendilerini ıskat-ı cenin cinayetine cüret eden pek güzel meneder. El verir ki bu gibi ahkam-ı şeriyyemize riayet olunsun.

Ancak bir kadın mücerret bedenini ıslah, sıhhatini temin için ilaç içer de bunun tesiriyle hamil bulunduğu çocuk gerek meyten ve gerek hayyen düşerse bundan dolayı kendisine bir ceza terettüp etmez, hatta bu çocuğa varis de olabilir.( Fetevay-ı Hindiyye)

İşte görülüyor ki bir zaruret-i sıhhiyeye müstenit olmaksızın vuku bulan çocuk düşürmeleri bir cinayettir,en büyük measiden maduttur. Şerayi-i ilahiye bunu men ediyor,bütün erbab-ı vicdan bu masiyetten teneffür eyliyor. Artık diyanete, safvet-i vicdana malik bulunan bir kadın,bir reis-i aile böyle bir cinayet ve masiyete nasıl ictisar eder? Buna nasıl reva muvafakat gösterir? Bu fazihaya cüret edenler ale’l ekser son zamanlarında pek şedit bir nedamet hissederler. Çocuğunu düşüren bir valide, bu cinayete muvafakat eden bir peder çok kere hemgam-ı peride kendilerini edecek ellerden mahrum kalırlar, daha dünyaya gelmeden ahirete göndermiş oldukları masumun hayali gözlerin önünde bir kahraman gibi tecessüm eder. Bu hayali, imdatlarına koşmuş bir Hızır gibi telakki ederek sevinirler. Onun zircenah himayesine sığınarak bar-ı sakil hayatı muvaffak olacakları zehabında bulunurlar. Medar-ı hayatları olan bu kahramanı ağuş-u iftiharlarına celp için kollarını uzatırlar. Hayfa ki bu kahramanın bir tayftan, bir hayal-i mevhumeden ibaret olduğu tahakkuk eder, vaktiyle hayatına kastetmiş oldukları masumun bir timsal-i hayalisinden ibaret bulunduğunu anlayarak pek derin bir ye’s ve hüzün içinde kalırlar. Bu suretle de yapmış oldukları cinayetin bir ceza-yı manevisine uğramış olurlar.

Hatime-i makal olarak şunu da arz edelim ki bir kadının, bir erkeğin kıymet-i içtimaiyesi vücuda getirdikleri çocukların ekseriyetle mütenasiben tezayüt eder. Mensup olduğu heyet-i içtimaiyenin izdiyad-ı kuvvet ve satvetine hizmet eden böyle muhterem bir valide, böyle hayırlı bir peder daima tebcile layık görülür. Bir zat, müteaddid evlada muvaffak olmasını kendi hakkında bir nimet-i ilahiye telakki etmelidir. Bir hadis-i şerifte ‘’ رِيحُ الْوَلَدِ مِنْ رِيحِ الْجَنَّةِ "

Buyrulduğu gibi diğer bir hadis-i nebevide de ‘’ الولد في الدنيا نور وفي الاخرة سرور’’ varit olmuştur. Hele müteaddid kız evladına nail bulunan bir mümin adat-ı cahiliyeye muhalefet için daha ziyade izhar-ı sürur etmelidir. ‘’ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ ‘’ ayet-i celilesi mantıkınca Hallak-ı Kerim hazretleri dilediğine kız evladı, dilediğine erkek evladı ihsan buyurur. Her ikisi de mevahib-i ilahiyedendir. Binaenaleyh insan bu gibi mevahib-i ilahiyeye mazhariyetten dolayı son derece mahzuz ve müteşekkir olmalıdır ki hakkında avatıf-ı ilahiye tevali etsin.

Erzurumlu Ömer Nasuhi


  1. Hicri: 8 Recep 1342, Rumi: 14 Şubat 1340- Sebilürreşâd-Sayı: 23. Cilt 588. Sayı↩︎