Nur Ayetlerinin Meal-i Alisi ve Tefsiri I

1 Eylül 1961

Nur Ayetlerinin Meal-i Alisi ve Tefsiri I

Nur Ayetlerinin Meal-i Alisi ve Tefsiri I

Hilal- 2. Cilt 19. Sayı-Eylül 1961

2. Sayfa

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ

Meal-i Alisi

1-Allah Teâlâ, göklerin ve yerin nûrudur. Nûrunun meseli, içinde latif bir çırağ bulunan bir mişkât gibidir. O çırağ ise bir kandil içindedir. O kandil ise sanki bir incimsi yıldızdır, şarkı ve garbı olmayan mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulmaktadır. Onun yağı bir halde ki, kendisine ateş dokunmasa bile hemen hemen ziya verecektir. Nûr üstüne nûrdur. Ve Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Ve Allah Teâlâ nâsa misaller irâd eder ve Allah Teâlâ her şeyi hakkıyla bilicidir.

ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ

Meal-i alisi

2-(O mişkat) Bir nice evlerde ki, Allah-ü Azîmüşşan o evlerin yükseltilmesine ve içlerinde (mübarek) isminin zikredilmesine izin vermiştir. O evlerde kendisi için sabahleyin ve akşam üstleri tesbihte bulunurlar.

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

Meal-i alisi

3- Birçok erler ki, onları ne bir ticaret ve ne de bir ticaret Allah Teâlânın zikrinden ve namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin muzdarip olacağı bir günden korkarlar.

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

Meal-i alisi

4-Tâ ki, Allah Teâlâ onlara amellerinin en güzeli ile mükâfaat versin ve onlara ziyâdesini de kendi kereminden ihsan buyursun ve Allah Teala dilediğini hesapsız derecelerde merzûk buyurur.

Bu dört ayet-i celiledeki bazı kelimelerin izahı (1)

1-(Nur) : lügatta ziya, aydınlık manasınadır ki eşyanın gözlere görünmesine sebep olur. Nur, güneş, ay, ateş gibi ziyalı, parlak cisimlerden diğer karanlık cisimlere akis ve intişar edip bir kısım eşyanın görülmesini temin eden, kendisi de gözle görülebilen maddi, seyyal bir cisim veya keyfiyettir. Bu maddi, cismani bir nurdur. Bir de gözle görülemeyen, kalp ile sezilip anlaşılan manevi bir nur vardır ki o da bir kısım lahuti varlıkların, bir takım kutsi mahiyette bulunan zatların muttasıf oldukları manevi aydınlıktan, aydınlanmak hassasından ibarettir. Bununla hakikatler münkeşif olur. Bu nur, ebedi hayat için bir hidayet meşalesidir. Bununla takip edilecek saadet yolları açılıp görülür.

Allahu tealaya nur denilebilir mi? Bunda ihtilaf vardır. Mamafih lugavi manası itibariyle nur denilemeyeceği gibi şüphesizdir. Çünkü bu manaca nur, mahluktur. Kendisi görülür ve rüyet vasıtası bulunur. Fakat kendisi göremez. Bir de bu lugavi nur, cisim olsun, cisim ile kaim bir keyfiyetten ibaret bulunsun herhalde inkısamı, tecezziyi, zevali kabildir, zuhuru, kesif cisimle ile kaim olmaya mütevakkıftır. Zamana, mekana muhtaçtır ve müteaddit nevilere ayrılıp mahiyetleri mütemasildir. Allahu azimüşşan ise Haliktir, ezelidir, ebedidir, cismiyetten, inkısamdan, zevalden, zaman ve mekana ihtiyaçtan münezzehtir ve hiçbir şeye şebih ve mütemasil değildir. Binaenaleyh cenabı hakka nur denilmesi mecazdır veya bir teşbih-i beliğ kabilindendir. Çünkü Hak teala nur sahibidir, kainatın halikidir, nazımıdır, münevviridir, hadisidir. İşte bu gibi itibarlar ile zat-ı akdesine nur denilmesi tecviz edilmiştir. Nitekim adaletle, lütfu kerem ile muttasıf bir zata adil, kerim, cevvad yerine sebebiyet ve mazhariyet gibi bir alaka ile adl, kerem, cud denilmesi mutattır.

Kur’an-ı Mübin, Arap lisanı üzere nazil olmuştur. Kur’an-ı kerimde nur denilince onun en evvel lugavi manası hatıra gelir. Bu itibarla bu ayeti kerimedeki nurdan, muradı-ı ilahinin ne olduğunda müfessirin-i kiramın müteaddit tevcihleri vardır. Ezcümle, bu nurun münevvir, müdebbir, hadi, nazım, alim, muzhir veya zi-nur manasına olduğuna kail olanlar vardır. O halde ‘’Allahu teala göklerin ve yerin nurudur’’ demek, göklerin, yerlerin münevviridir, müdebbiridir, hadisidir, nazımıdır, alimidir, muzhiridir veya sahibi nurudur demek mealindedir. ‘’meseli nurihi’’ nazmı celilindeki nurun, zat-ı uluhiyette izafesi de bunu göstermektedir. Çünkü muzafın muzafun ileyhten başka olduğu malumdur. Fakat imam Gazali gibi bir kısım ehli hakikat nazarında nuru hakiki ancak Allah tealadır. O nuru aladır, bizzat mevcuttur, müdebbirdir, basirdir, kainatın halikidir, münevviridir. Bu cihetle Allah tealaya nur denilmesi bir hakikattir. O ezeli nurun feyz-i inayetiyle yaratılıp maddi bir varlığa, bir aydınlığa, bir aydınlatma hassasına malik olan fani nurlara nur denilmesi ise bir mecazdan başka değildir.

Sadrettin Konevi diyor ki; ‘’ nuru hakiki ile başkaları görülüp idrak olunur, kendisi ise idrak edilemez. Çünkü o nur, nispetlerden, izafetlerden tecerrüdü hasebiyle zatı hakkın aynıdır. Bunun içindir ki Rasuli Ekrem hazretleri ‘’ rabbini gördün mü’’ sualine cevaben ‘’ nurun enna erahü=bir nurdur, onu nasıl görebilirim ?’’ diye buyurmuştur. Ruhul Beyan sahibi de diyor ki : ‘’Nur, esma-i hüsnadandır, Allahu tealaya ıtlakı hakikattir, mecaz değildir, münevvir manasınadır.’’

2-(Semavat) : gök, üst taraf manasına olan sema lafzının cemidir. Kur’an-ı kerimin beyan ettiği semavat, muhtelif tabakalardan müteşekkil, bugünkü heyet ilminin keşfi dairesinden müteali bir kısım muazzam alemlerden ibarettir ki, bunlar melaike-i kiramın makarrı, kudret-i subhaniyenin birer tecelligahı bulunmaktadır. Semaların yüksekliği, genişliği, onlardaki mahlukatın çokluğu, azamet ve ihtişamı, nezahet ve kutsiyeti bizlerin tahmin edeceğimiz mertebelerden milyonlarca kat kat daha büyüktür. Yalnız dünya semasını bezeyen güneşlerin, ayların, yıldızların büyüklüklerini, ziyalarını, aralarındaki binlerce senelik mesafelerini, bahusus Kehkeşan denile yıldızlar manzumesini teşkil eden bihisab büyük ecramın birer alem olduğunu nazara almak, melekut-i ilahiyenin azametini düşündürüp insanları hayretlere düşürmeğe kifayet eder.

3- (Arz) : yeryüzü, küre-i zemin, beşeriyetin muvakkat yurdu, göklere nazaran küçük bir saha ki bu binnisbe küçüklüğü ile beraber, binlerce, milyonlarca Bediaların, kudret eserlerinin bir teşhirgahı bulunmaktadır. Bunun içindir ki hakimi zişan olan Allahu teala hazretleri, bizim gözlerimizi daima semalara celp ettiği gibi arza da celp etmektedir. Nuru ilahisinin birer tecelligahı olan bu alemlerden bir intibah dersi almamızı emir ve tavsiye buyurmaktadır.

‘’olanlar feyiz yab-ı intibah asar-ı kudretten

Alırlar hisse-i ibret temaşa-yı tabiatten’’

4- (Mişkat) : bir odanın, bir salonun, bir toplantı yerinin, bir mabedin muayyen bir tarafında ihzar edilen hususi bir pencereden, arkası kapalı bir hücrecikten ibarettir ki orada kandil, lamba, elektrik ampulü gibi bir şey konulur, onun dağılacak ziyalarıyla gecenin karanlığı aydınlığa tebdil edilmiş olur.

5-(Misbah) : Çırağ, kandil fitilesi, elektrik lambası gibi ziya neşreden güzel, latif bir meşale, bir tenvir aleti ki bu sayede gecenin karanlığı açılır, etraf aydınlanır, nurani bir sabah yüz göstermiş olur.

6- (zücace ) : sırça, şişe, billur kandil, kalın ve kenarlı camdan yapılmış fanus, şeffaf, içindekini gösterir, parlak bir zarf, safiyetin, samimiyetin, kalp nuraniyetinin bir harici timsali. Mişkat denilen mahalde böyle billur bir fanus içinde bulunan bir çırağın ziyası mütekabil inikas ve inkisar kanunları mucibince kat kat artar, lüzumsuz tarafa dağılmadan korunmuş olur, matlup cihetleri kuvvetli bir tarzda aydınlatır durur.

7- (Dürri) : incimsi bir şey, inci gibi makbul bir saf madde, parıltısı ile nezaheti ile gözleri kamaştıran manevi bir varlık. Malum olduğu üzere yıldızlar, seyyare ve sabite kısımlarına ayrılır. Müşteri, zühre, merih, zurhal, Utarit birer parlak seyyaredir. Bunlara ( derari-i hamse) denir. Sabiteler de kendilerine mahsus açık ihtizazlı birer nur merkezidir. Bu cihetle bunlardan her biri bir kevkebi dürridir. Binaenaleyh ayeti kerimedeki zücace, bunlardan herhangi birine teşbih edilmiş demektir.

8- (Hidayet) : hüda, doğru yola gidiş, hakka nailiyet, doğru yola delalet ve irşat, Allah tealanın kullarına ait fiilleri, amelleri kendi rızayı ilahisine muvafık bir halde vücuda getirmesi, Hak tealanın gösterdiği doğru yolu takip ederek ebedi saadete kavuşmak demektir. Bu son manada hidayete ihtida da denilir.

9- (Guduvv) : bir işe sabahleyin başlamak manasına olup gudat yerine irat buyrulmuştur. Gudat ise sabah namazı vakti, fecrin zuhurundan güneşin tuluuna kadar olan vakittir.

10- ( Asal) : ikindiden sonra veya yatsıya kadar olan vakit manasına gelen asilin cemidir. Aşiyy gibi. Mamafih fecir vaktinden maada namaz vakitlerine de ıtlak olunur ki öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerini camidir. Gudüvvün müfret, asalın cemi olarak zikredilmesi de bunu göstermektedir. Binaenaleyh bu iki tabir ile farz namazların beş vaktine işaret buyrulmuş oluyor.

Ömer Nasuhi Bilmen