Kur'an-ı Kerim'i Tetkik: Nur Ayetlerinin Meal-i Âlisi Tefsiri II

1 Ekim 1961

Kur'an-ı Kerim'i Tetkik: Nur Ayetlerinin Meal-i Âlisi Tefsiri II

Kur'an-ı Kerim'i Tetkik: Nur Ayetlerinin Meal-i Âlisi Tefsiri II

Hilâl - 2. Cilt 20. Sayı

Ekim 1961-2. Sayfa

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ

اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ

مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا

يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ

وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ

Bu ayet-i celilenin muhtasar tefsiri ; Allahu azimüşşan göklerin ve yerin nurudur, bunları yaratıp aydınlatan O dur, bunları güneş gibi, ay gibi ziyalı, nurani vasıtalarla maddeten tenvir ettiği gibi gökleri melekleriyle, yeryüzünü de muhterem peygamberleriyle, velileriyle manevi bir surette tenvir ve tezyin buyurmuştur. Nurdan mahrum olan muhitlerde yaşamak, hayata hadim şeyleri görüp elde edebilmek mümkün değildir. Eğer allahu teala mahlukatının heyet-i mecmuasından kinaye olarak zikredilen semaların, yerlerin, yani bütün alemlerin mucidi, nazımı, müdebbiri, münevviri olmasaydı bu alemlerden asla eser görülemezdi, bütün mükevvenat, sırf ademden ibaret bulunurdu.

Binaenaleyh bütün semalar, yerler, bütün alemler, Allahu azimüşşanın varlığına, birliğine, kudret ve azametinin nihayetsizliğine, nuru ceberutunun bütün alemlere münteşir olduğuna birer şahittir. Allah tealanın nuru, her türlü tasavvurların, ulviyetlerin fevkindedir. Bunu bihakkın anlamak, bunun künhüne ermek, beşeriyet için kabil değildir. Ancak bu kutsi nurun ebedi şaşaasını zihinlere bir dereceye kadar takrip için hakim-i mutlak olan Kerim mabudumuz şöyle bir temsil ile beyan buyuruyor ; Allah tealanın nurunun misali, yüksek sıfatı, içinde misbah bulunan bir mişkat gibidir. Sanki bir daireyi aydınlatmak için evvelce şekli mahsus üzere bir hücre, bir meşale bucağı bulunuyor, bunun içinde de muazzam sabahı tanzir eden bir çırağ parlayıp duruyor.

Bu parlak çırağ, bu latif meşale ise bir kandil, bir saf, temiz sırça, bir dirahşan fanus içindedir. Bir berrak şişe ampul içinde parıldayıp etrafa ziyalar dağıtan bir mükemmel elektrik kuvveti gibi bulunmaktadır. O parlak kandil, o atif çırağı sinesinde tutan fanus ise sanki bir inci gibi saf, bedi, parlayıp duran bir yıldız gibidir. Öyle alelade bir sırça değil, belki herhangi bir dırahşan yıldız gibi pürlemean bir bade bulunuyor. O yıldız gibi lemean edip duran kandilin içindeki latif çırağ, o ilahi misbah, öyle mübarek, kesirül menafi bir zeytin ağacından tutuşur, her tarafa ziyalar dağıtmaya devam eder ki o mübarek ağaç ne şarka ne garba mensuptur. O öyle yalnız tulu zamanında veya yalnız gurup anında güneşe maruz kalarak noksan surette neşvü nema bulmuş adi bir zeytin ağacı değildir. Belki o , bütün gün güneşe musahip, şark ve garp arasında kain, bihakkın neşv ü nemaya nail, mükemmel bir ağaçtır. Veya o behişti bir şeceredir. Yahut onun neşvü neması, nur ve ziyası yalnız şarka veya yalnız garba mahsus olmayıp o, bütün alemlere şamil, lamekani bir varlık sahibidir. Denilebilir ki O, anlaşılmasını bir dereceye kadar teshil ve zihne takrip için elektrik cereyanı gibi bir kuvvetle temsil edilebilecek latif, seyyal, mahiyeti bizce gayri münkeşif bir kudret iddiasıdır. Bir halde ki o mübarek ağacın zeyti, semeresinin yanıp parlayan usaresi, kendisine ateş temas etmese bile elektrik kuvveti gibi hemen hemen bizzat ziya vermeğe başlar, başkasının ateş tutuşturarak yandırmasına ihtiyaç göstermeyecek bir mahiyettedir, daima ziya neşretmeğe yakın müheyya bulunur.

Kuran-ı Mübin, bu beliğ beyanıyla, tarihi nüzulüne nazaran keşfi istikbale ait olan elektrik kuvvetinin hususi vasıflarını tasvir etmiş gibi bulunmuyor mu? Bu da mucizat-ı kuraniyeden biri sayılmaya layık olsa gerek.

Nurun ala nur : nur üzerine nurdur. O , öyle mahdut bir nur değil, kat kat, katmerli bir ziya kütlesidir, bir aydınlık kaynağıdır, ebedi bir ziya ve safa mecmuasıdır. Malumdur ki eşyanın kemaliyle zuhur ve inkişafı, azdadı iledir. Geceleyin zulmetler arasında parlayan muazzam bir çırağın nuru, kendi varlığını bihakkın hissetirir, muhitindeki zulmetleri açarak kendi varlığındaki faideleri açıkça göstermiş olur. Zulmetlere mukarin olmayan bir nur, bir ziya ise bu mümtaz varlığını öyle herkese hissettirmiş olamaz. İşte nuru ilahi de şüphesiz dalalet zulmetleri arasında münceli olup bunları izale ettiği için güneşin ve sair parlak ecramının nur ve ziyası ile temsil buyurulmayıp muazzam bir misbahın nuru ile temsil buyurmuştur. Mamafih öyle bir misbah ile temsil buyurulmuştur ki onun fanusu bile parlak yıldızlar gibi şaşalı bulunmaktadır. Ve O, öyle boş bir fezada değil, binlerce ehli imanın secdegahı olan kutsi bir mabette parlayıp durmaktadır. Artık onun zatındaki aydınlığın, aydınlatmak hassasının azametini düşünmeli.

Hasılı nuru ilahi herşeyin fevkindedir. Onu müstait olan gözler görür, uyanık kalpler sezer. Hidayete nail olan zatlar idrake muvaffak olur. Evet, Allah teala o nuru için dilediği kimselere hidayet eder, aradan zulmani hicapları kaldırarak irade buyurduğu mesut kullarını o nura kavuşturur. Bu sahada bir tecelli-i şuhudiye mazhar buyurur. Yoksa böyle bir hidayet ve inayet bulunmadıkça o cihanşümul nurun karşısında gözler kamaşır, sapık ruhlar, birer yarasa kesilerek o ilahi nura inkara cüret gösterir durur. Ve Allah teala, nasa meseller darbeder, bir takım hakikatleri, akli ve manevi varlıkları, anlaşılmalarını kolaylaştırmak için maddi, mahsus hadiselere, varlıklara teşbih yoluyla beyan buyurur. Ta ki nas gözlerini açsın, selim fıtratı üzere hareket etsin, hidayete nailiyet için kabiliyetli bulunsun. Ve Allah azimüşşan, herşeye ziyadesiyle alimdir, ezeli ve ebedi olan ilmi, her şeyi muhittir. Onun ilmin hiçbir şey hariç değildir. O, kullarının istidadını, temayülünü, efal ve harekatını tamamen bilir, onların uyanmalarına vesile olacak surette ayat-ı ilahiyesini bast eder, nurunu, kudret ve azametini temsil suretiyle beyan ederek kendilerini hidayet ve saadet yoluna davet buyurur.

İşte o Alim ve Kadim olan mabudumuzun nuru hikmet ve uluhiyetinin misali olan mişkat ve misbah, bakınız ne kutsi mahallerde bulunmaktadır :

ف۪ي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُۙ يُسَبِّحُ لَهُ ف۪يهَا بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِۙ

Bir kısım evlerde yani mescitlerde ki Allah teala onların, o ibadethanelerin maddeten ve manen yüksek tutulmalarına, tazim edilmelerine ve içlerinde mukaddes isminin daima zikredilmesine izin vermiştir. Öyle mabetler ki daima mualla, daima hürmetsizce hareketlere, lakırdılara mahal olmaktan Müberra olup her zaman Müslümanların secdegahı bulunmaktadır. Bu nazmı celil, mescitlerin muhterem tutulmaları lüzumuna ve yüksek, muazzam bir tarzda yapılmalarının memduhiyetine bir delildir. O evler, o mescitler içinde Allah teala hazretlerini sabahları ve akşamları yani bütün namaz ve niyaz vakitlerinde takdis ve tenzih eder dururlar.

رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ ف۪يهِ الْقُلُوبُ وَالْاَبْصَارُۙ

Bir nice erler, abid ve zahit kullar ki onları ne ticaret ne alım satım, Allahu tealanın zikrinden ve namazlarını erkan ve şeraitine riayetle kılmaktan ve zekatlarını vermekten alıkoymaz. Onlar ya hallerine kanaat ederek zahidane bir hayat geçirir, daima ibadet ve taatle uğraşır dururlar. Yahut hem dini vazifelerini yapar, hem de meşru surette ticaretleriyle, alışverişleriyle meşgul olurlar. Bu dünyevi meşguliyetleri, kendilerinin dini vazifelerine engel olmaz, dünya varlığı kendilerini ahiretten gafil bırakmaz. Mali ve bedeni ibadetlerine de mağrur olup durmazlar.

لِيَجْزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

Onlar, kalplerin ve gözlerin döneceği, mustarip ve muteğayyir olacağı bir günden, kıyamet gününün mesuliyetinden korkarlar. Allah havfıyla titreyen kalpleri, kendilerini daima zikir ve fikre sevk eder. Onlar gafil bulunmazlar, onlar daima havf ve haşyet üzere uyanık bir halde bulunurlar ki

(devamı var)