Mehasin-i Edeb1

7 Şubat 1911

Mehasin-i Edeb1

Mehasin-i Edeb1

از ﺧﺪا ﺟiiᖔﻢ ﺗﻮﻓﯿﻖ ادب ᣍ.ادب ﻣﺤﺮوم ﮔﺸﺖ از ﻟﻄﻒ رب

“Allah’tan edep hususunda muvaffak olmayı dileyelim.

Edebi olmayan kimse Hakk’ın lütfundan mahrumdur.”

Edep, insana has bir mevhibe-i sübhaniyye, bir latife-i rabbaniyedir. Edep, ahlâk-ı bergüzidenin nurani bir surette inkişafından mütehassıl bir halet-i ruhiyeden ibarettir. Edep, hassas tabiatleri cazibe-i latifanesine meftun bırakacak bir meziyet-i cemileye haizdir.

Edepten mahrumiyet, insan için en büyük felaket addolunur. Edepten mahrumiyet kadar insanı tazyikat-ı ruhiye altında bırakır bir felaket, bir me’yusiyyet tasavvur olunamaz. Şeref-i edepten mahrum olanlar ne kadar parlak bir aileye mensup olursa olsun hiçbir kimsenin nazar-ı ihtiramını celbedemez bilakis cevher-i akla mâlik, hilye-i edeple mutehalli, hüsn-ü ahlâk ile muttasıf bir zat velev ki en adi bir aile içinde yetişmiş olsun yine şayan-ı tebcil bir vücud-u kıymetdar’ı haiz addolunur.

- َ ً ﱠ

ْ َ ْ َ ُ ﱡ

أﻳﻬﺎ اﻟﻔﺎﺧﺮ ﺟﻬt ِﺎﻟﺴﺐ

إﻧﻤﺎ اﻟﻨﺎس ﻷمٍ وﻷب إﻧﻤﺎ اﻟﻔﺨﺮ ﻟﻌﻘﻞٍ ﺛﺎﺖٍ

- َ

ْ َ َ َ َ َ

وﺣiﺎءٍ وﻋﻔﺎفٍ وأدب2

Bir masum-u gehvare, zeyb-i şuhud olur olmaz ebeveyninin uhdesine teveccüh eden vezaif ne kadar âlî, ne kadar şayan-ı itinadır.

Semere-i fuadının her türlü kelimata nail olmasını arzu eden bir pederin, ağuş-u ra’fetinde büyüttüğü ma hasal hayatının çehre-i masumanesine karşı gözlerinden şefkat nurları serpilen

1 Beyânü’l-Hak Dergisi, 4. Cilt 96. Sayı, 7 Şubat 1911, http://katalog.idp.org.tr/yazilar/1884/mehasin-i-edep

2 “Ey cahilce nesebiyle övünen,

Şüphesiz ki insanlar bir anne ve babadandır.

Şüphesiz övünme sabit akıl, utanma, iffet ve edep içindir.”

bir validenin en büyük vazifesi, masumun te’dib ve terbiyesine itina, ihtiyacat-ı dimağiyesine izale, fikrini ulvi hissiyat-ı diniyye ile a’la etmekten ibarettir.

Bir muallim şakirdinin, bir peder evladının ahval-i ruhiyesini; kabiliyet-i fıtriyesini nazar-ı itibara alarak o yolda te’dib ve terbiyesine, feyizyab-ı ilim ve kemalat olmasına dikkat etmekle muvazaftır.

İstidad-ı beşerde görülen tenevvuat ve tecelliyat hiçbir şeyde meşhud olamaz. Kimi riyaziyattan zevk alır, kimi tabiiyyata meftun olur, kimi edebiyat mütalaasıyla bir neşve-i ruhaniye dalar gider.

Âdem, görülür ki latif bir sahranın zemerdin çimenlerine, zerrin, mütelevvin çiçeklerine dikkat ettikçe ebedi bir inşirah-ı kalbe nail olur.

Yine âdem görülüyor ki semanın reng-i latifine baktıkça kalbinde bir hiss-i manevi uyanır, gözlerinden perran olan nurlar ufuklara kadar yükselir, ecram-ı semaviyenin a’makına değin inkaz-ı nazarda bulunmak ister. İşte bunlar bütün istidad-ı beşerdeki tenevvuatın, tecelliyatın, bir netice-i lazımesinden başka bir şey değildir.

İstidad-ı beşerin tecellisi, tamami-i inkişafa mazhariyeti üç nevi terbiyeye muhtaçtır;

Birincisi terbiye-i bedeniyedir; buna riayet edilmedikçe istidad-ı beşer, eşi’a-i tabiyyesini kaybederek söner gider. Kavaid-i sıhhiyeye dikkat edilmedikçe ilel ve emraz olanca şiddetiyle tehacüme başlar. İstirahat-ı dimağiyye temin edilmedikçe meşağil-i zihniyenin, a’malat-ı fikriyyenin merkez-i bedi’i olan dimağ-ı idrakat, ihtisasat, harekât-ı ihtiyariye gibi vezaif ve mahsusasını ifa edemeyerek faaliyetinden mahrum kalır. Bu mahrumiyet ise insan-ı hayat-ı kıymetdarından mahcur bırakır. Binaenaleyh hayatını seven zat, terbiye-i bedeniyeye ikdam etmeli, sıhhat ve afiyetini temin için lazım gelen tedabire tevessülde kusur etmemelidir. Risalet

meab Efendimiz (s.a.v.); 3iاﻟﻌﺎﻓ ﻣﻦ

اy” ᢕ


ﻟﻢ
iﻌﻂﻌﺪ اﻟiᣌ.


ﺳﻞ ﷲ اﻟﻌﻔﻮ واﻟﻌﺎﻓ
iﺔ ﻓﺈن أﺣﺪا

buyurmuşlardır.

İkincisi terbiye-i fikriyedir: terbiyenin, fikir üzerinde icra ettiği tesirat pek büyüktür. Zaten terbiye, bütün tabiat üzerinde icrayı hükmedecek bir hassa-i fevkaladeye haizdir. Aynı fasileye mensup ezhar ve eşcardan bir kısmı hüdayi nabit bir halde kalarak hal-i ibtidaiyesini muhafaza etmiş oldukda hiçbir letaifte, hiçbir taravet-i nükhet pervere mâlik olamaz. Lakin kısm-ı diğeri hüsn-ü tabiate malik bir zatın hadika-i latifesine ğars olunarak terbiyesine, ıslahına, suret ve neşvü nemasına itina edildikte gayet zarif, dilkeşa bir vaziyet alır. Tabiat-ı şairaneye küşayiş verecek bir nuraniyeti haiz bulunur.

İşte her zaman i’tilaya, her zaman başka nezahetle tecelliye müsteid olan fikr-i beşer de böyle müstefiz olur.

İnsan elvah-ı kâinata baktıkça, bedayi-i mükevvenatı mülahaza ettikçe, asar-ı ulema ve hukemayı mütalaada bulundukça fikrinde azim bir inbisat, latif bir i’tila hisseder.

Bilakis zulam-ı cehalet içinde kalan, pişgahı temaşasında parlayan asar-ı ulviyyeden ders-i intibah alamayan kimselerin fikri henüz yunulmamış, cila verilmemiş bir elmas parçası gibi fahmiyet halinde bulunacağından şa’şaa nisar olamaz.

İnsan, kuvve-i akilenin kabul edemeyeceği suver-i hayaliyenin intibaından levha-i fikrini vikaye etmelidir. Öyle evham ve hayalat içinde kalmış bir ademin fikrinden alem-i medeniyet ne istifade edebilir?

“Olmasın fikr-i latifin zulmet-i alude hayal Levha-i tab’ında bir reng-i hakikat parlasın”

3 Allah'tan mağfiret ve afiyet niyazında bulununuz zira yakîn (iman)'dan sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. (Tirmizî, 3514)

Üçüncüsü terbiye-i diniyedir: insanın saadet-i maddiye ve maneviyesini temin edecek terbiye, terbiye-i diniyedir. Terbiye-i diniyye ile tahliye-i zat edenler vatana muhabbet eder, adab-ı milliyeye riayette bulunur, etvar-ı frengane ve efkar-ı hayalperestaneden beri, kibir ve azamet, hırs ve tama’, hakd ve hased, fısk ve şehvet gibi zulumat-ı nefsaniyeden müçtenib, her türlü füyuzat-ı ledünniye ve esrar-ı vahdaniyete mazhar olur.

Terbiye- diniyeden mahrum bir ademi tarik-i hidayete sevk edecek, mürtekibi olduğu fezayih- i vahşiyaneden, harekât-ı gayr-i meşruadan men eyleyecek bir kuvve-i maneviye bulunamaz. Binaenaleyh bu gibi meziyyat-ı beşeriyeden mahrum eşhas-ı muzırreden içtinab etmek, ahkâm- ı diniyeye riayet eder, hasail-i celile-i İslamiyetle tezyin-i vücuda çalışır zevat-ı kiramın inzar- ı teveccühünü celbe, sohbet-i ulviyyet-i perveraneden istifadeye çalışmak lazımdır.

ﺻﺤy.ە روiﺎن ﻧᗖᖔــﻬﺎر دوﻟﺖ اﺳﺖ ﺟﺎﻣﻪﺎد ﺻﺎ از Sﻞ ﻣﻌﻄﺮﺷﻮد4

Mekteb-i Kudat müdavimlerinden Erzurumlu Ömer Nasuhi

4 “Temîz yüzlü bir kimse ile sohbet etmek ilk bahar (gibi) bir hoş devlettir (nimettir).

Ki o gün doğumunda Seher vakti esen hafif yel rüzgarının kokusu güldendir (gülden alır kokusunu, gül gibi kokar).” (Tercüme: Bayezid Mete)