Kur'andan Âyetler İnfak

1 Temmuz 1962

Kur'andan Âyetler İnfak

Kur'andan Âyetler İnfak

Selamet - 1. Cilt 4. Sayı

Temmuz 1962

4. Sayfa

Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla

Onlar ki mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikare olarak infak ederler. Artık onlar için rableri nezdinde mükafatları vardır. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaktır. ( Bakara Suresi / 274)

Bu ayeti kerimede infakın en mükemmel suretini göstermekte, böyle bir infakta bulunacakların nail olacakları mükafatları beyan buyurmaktadır. Şöyle ki : (Onlar ki) cenab-ı hakkın o mümin, fedakar kulları ki (mallarını) meşru surette malik oldukları servetlerini (gece ve gündüz, gizli ve aşikare) yani her vakit, her lüzum görüldükçe rıza-i Hak için (olarak infak ederler). Pek büyük sevap kazanmış olurlar. (Artık onlar için rableri yanında mükafatları vardır). Onlar bu mükafatları dünyada da, ahirette de görürler. ( ve onlara bir korku yoktur). Atiye ait bir mekruh mukadder değildir. ( ve onlar mahzun da olmayacaklardır). Kendilerine ait bir mahbubun, bir arzu edilen nimetin fevti ile mukadder bulunmayacaklardır. Ne büyük bir mükafat !

Bu ayeti kerimenin nüzul sebebi hakkında müteaddit rivayetler vardır.

Ezcümle deniliyor ki Hz. Ebubekir’in kırk bin dirhemi varmış. Bunun on bin dirhemini gece, on bin dirhemini gündüz, on binini gizli, on binini de aleni olarak tasadduk etmiş. Bunun üzerine bu ayet-i celile nazil olmuştur.

Diğer bir rivayete göre Hz. Ali’nin dört dirhemi varmış. Bunun bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, bir dirhemini sırren, bir dirhemini de alenen infakta bulunmuş. Rasul-ü ekrem efendimiz ‘’ya Ali ! seni bu infaka ne sevk etti ? ‘’ diye sormuş. O da ‘’rabbimim vaat ettiğine layık olmak için infak ettim’’ demiş. Peygamber efendimiz de ‘’leke zelike’’ ‘’o vaat edilen mükafat senin içindir.’’ buyurmuş. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil olmuştur.

Üçüncü bir rivayete göre de bu ayeti kerime, cihat için atlar besleyen zatlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar bu atlara gece ve gündüz, gizli ve aleni olarak alef verir, onları besler dururlar. Binaenaleyh islam yurdunun müdafaası için mesela toplar, tüfekler, tayyareler için yapılan yardımlar da böyle pek makbul birer sadaka mahiyetinde bulunmaktadır. Velhasıl rıza-i hak için yapılacak bu gibi yardımların sahipleri himaye-i ilahiyeye nail, hüzün ve kederden, havf ve haşyetten emin olacaklardır. Bu ayeti kerime bunu tebşir etmektedir.

Şunu da ilave edelim ki böyle bir infakta bulunmuş olmak için bütün mallarını verip de idame-i hayat için elzem olan miktarından da mahrum kalmak lazım gelmez. Çünkü bütün bütün sıfrı’l yed kalıp da başkalarına muhtaç bir hale düşmek caiz değildir. Zaten bir insanın kendi nefsine ve kendi ailesi efradına meşru surette kazanıp sarf edeceği bir mal da bu infak cümlesindendir. O halde bir zat bu gibi mübrem ihtiyaçlarına tekabül edecek malından ziyadesini sair fukara ve duafaya ve cihat levazımına sarf etti mi bütün servetini rıza-i hak için sarf etmiş sayılır, ona göre mükafata namzet bulunur.

Bu ayet-i celile, millet-i islamiyeye layık olan içtimai bir muavenetin indallah ne kadar makbul olduğunu pek açık bir surette gösteriyor. Evet, güzel bir terbiye-i diniyeye sahip olan bir zat, bütün insaniyete karşı, bahusus kendi muhitine, kendi dindaşlarına karşı pek fedakar bulunur. Kendi servetinden mahza rıza-i hak için başkalarını da müstefit etmeğe çalışır. Onlara gece ve gündüz demeyerek her lüzum görüldükçe gizli ve aleni surette yardım eder. Bunu bir dini vazife bilir. Bunu bir minnete, bir şöhret hevesine mukarin olmaksızın kemal-i nezaketle yapar. Artık böyle ahlaki bir terbiye, böyle ulvi bir his, bir milletin efradı arasında tevessü ederse, her fert elinden geldiği kadar başkalarının imdadına koşarsa, o millet arasında sefaletten, birbirinin hukukuna tecavüzden bir eser görülebilir mi? Aralarında en güzel tesanüt, en takdire layık bir vahdet-i milliye tecelli etmez mi?

Mamafih böyle bir infakın büyük mükafatını düşünüp tasadduk eden bir zat, kendisinin de böyle bir mükafata nail olabilmesi için mesai sahasına daha ziyade atılır. Daha ziyade servet sahibi olmasını ister ki kendisi de fukara ve duafaya yardım ederek böyle muazzam bir nimete, bir ebedi, uhrevi saadete nail olsun. Bunun neticesinde de milletin hayat-ı iktisadiyesi daha ziyade inkişafa mazhar olmuş olur.

Fakat böyle yüksek bir duygudan, böyle nezih bir inançtan mahrum olan kimseler ise yalnız maddi menfaatlerini düşünürler. Fırsat buldukça başkalarının mallarını da birer suretle ellerinden kapıp almak isterler. Kendi servetleri ne kadar ziyade olursa olsun yine doymazlar. Harisane bir halde hareket ederler. Başkalarının sefaletlerine acımaz, onların ihtiyaçlarını rıza-i hak için gidermek istemezler. Belki onların ihtiyaçlarından bilistifade kendileri için daimi bir varidat menbaı temin etmek ister dururlar. Böyle bir hal ise hikmete, fazilete, insaniyete muhalif değil midir?

İşte riba ayetleri, bizleri bu gibi süfli ihtiraslardan men ve tahzir etmektedir.

GAYRENDİŞLİK ;

-Onlar Allah rızası için yoksulu, öksüzü beslerler, onlara ‘’- biz sizi ancak Allah rızası için yedirdik. Sizden mükafat da teşekkür de istemeyiz’’ derler. (İnsan Suresi/8-9)

-Dinleyin, itaat edin, infak edin ! bu sizin kendi nefsiniz için hayırdır. Her kim kendi nefsinin oburluğundan kurtulursa işte felah bulanlar onlardır (Tegabün-16)

-Onlar ki mallarını Allah yolunda harcederler ve harç ettiklerini başa kakmak, incitmek gibi hareketlerle bozmazlar, onların Rableri nezdinde mükafatları vardır. Onlar için ne korku ne keder yoktur. (Bakara / 262)