16 Ağustos 1913 Hicri: 12 Ramazan 1331, Rumi: 2 Ağustos 1329
16 Ağustos 1913
16 Ağustos 1913 Hicri: 12 Ramazan 1331, Rumi: 2 Ağustos 1329
İkaz
16 Ağustos 1913 Hicri: 12 Ramazan 1331, Rumi: 2 Ağustos 1329
Medrese İtikadları Sayı: 13. Sayı
Her cemiyetin avam tabakasını uyandırmak, o cemiyetin münevver tabakasını teşkil eden hatipleri, şairleri, muharrirleri uhdesine tertip eden bir vazife-i mübecceledir. Bugün en muhteşem, en müterakki gördüğümüz milletler, hükümetler bütün udeba ve şuarasının, hutaba ve ulemasının feyz-i irşadiyle yükselmiş, o parlak mevkiileri işgale nail olmuşlardır.
Vaktiyle Avrupa udeba ve şuarasından birçoğu mensup oldukları milletleri uyandırmak için eski Yunan ihtişamından, i’tila-yı şan ve satvetinden bahseyler. Yunanilerin ne gibi esbab ve avamil sayesinde vâyedâr terakki olduklarına dair manzumeler, kasideler tanzim ederlerdi.
Bugün cemiyyat-ı medeniye arasında en ziyade ikaza muhtaç bir millet var ise o da millet-i İslamiyedir. Biz bugün etrafımızdaki milletlerin ilmen, iktisaden, siyaseten ne derecelerde terakiyata mazhar olduklarını görür isek kendimizin terakkiyat-ı hazıra-i medeniyeden ne kadar bi-nasip olduğumuzu pek kolay anlarız. Artık uyanacak vakit gelmiş geçiyor. Heyhat ki biz hala uyanamıyoruz, hala ulema ve udemamızın, şuara ve hutabamızın müessir âteşin sözlerinden mütenebbih olmuyoruz.
Evet biz bugün son derece ikaz ve irşada muhtaç bir milletiz, bizi ikaz ve irşad etmek öyle bir vazife-i mukaddesedir ki muktedir oldukları halde bunu ifa etmeyenler, mesuliyet-i vicdaniyeden asla kurtulamayacaktır. İşte bizim genç şairlerimizden Emin Haki Bey kardeşimiz bu vazifeyi pek güzel takdir etmiş olduğundandır ki küçük, beş altı parçadan ibaret, lakin hissiyat-ı vatanperveranenin bir makes-i müesseri olduğu için pek kıymetdar olan “İkaz” serlevhalı manzum risalesiyle vatandaşlarına hitap ediyor, onları uyandırmağa çalışıyor. Haki bey altı sene evvelki neşve-i hürriyetle hasıl olan parlak bir ümidin, ruhperver bir inşirahın yerine biraz zaman sonra hazin bir ye’sin, dil-hırâş bir girye-i me’yusanenin kaim olduğunu pek acı bir lisan ile tasvir ediyor, bütün bu tebdilatın esbab-ı hakikiyesini müessir bir surette teşrih ederek diyor ki;
“Boğuştuk en hasis a’mal için hürriyet aletti
Boğuşmaktan garaz-ı zahirde nef-i din ve devletti
Ecanip yutmadı zira bu müthiş bir rezaletti
Gelen her bir kaza bir sillet-i te’dib-i kudretti
Kim anladı, vatan güya firaş huvab gafletti’’
Haki, safahat-ı eşyaya baktıkça herşeyi hunin bir manzara-i fecia suretinde gözlerine çarpıyor, Şark’ın bütün şaaşa’a-i şevket ve galibiyetle mütecelli, mütenevvir olan ufuklarının karanlıklar içinde kaldığını, semanın mevkıbi bir perde-i zulam ile neşr-i eş’a-i letafet edemez bir hale geldğini görüyor, görüyor da ruhu heyecana geliyor bi-ihtiyar :
“Cevv-i fezada alem-i eşyada hun-u al
Manzur olur nigahıma ya Rab nedir bu hal?
Şark’ın sema-yı şevketi alude-i zilal
Saç nur-u pakı ismetini ey güzel hilal
Göstermesin husufunu Allah zül celal’’
Diyerek hilalin daim’ül lemean olmasını temenniden kendini alamıyor. Şairimizin bu temenni-i ulviyesine iştirak etmeyecek bir islam bulunamaz sanırım.İkazın üçüncü parçasıda bir takım hakayik-i müessireyi muhtevidir.
Şair bu manzumesinde bünyan-ı islamiyeti tezelzüle uğratan tefrikalardan bahsediyor, idame-i mevcutimiz için vücud-u lazımeden olan ciddi, menafi-i şahsiyeden ari bir ittihadın, bir adem-i husulünden dolayı teessüf ediyor,tamin-i huzuzata çalıştığı halde milletin i’tila-yı şanı, beka-yı şevketi yolunda lakaydane harekette bulunduğunu anlatıyor:
“Bize bir ders-i felaket mütenebbih olalım
Hazret-i Hakk’a teveccüh ederek yalvaralım
İttihad eyleyelim,tefrikayı terk edelim
Eğer insan isek insanlığı bir derk edelim’’
diye artık hisseyab-ı intibah olmamızı ihtara lüzum görüyor.
Genç şairimiz kevkeb-i a’malinin ufk-u istikbalde eş’a-nisar olacağına ümitvar bulunuyor. İnsal-i hazıradan kat-ı ümid etmiş olmalıdır ki (istikbal babalarına) tevcih-i hitap ediyor. Bizleri, değil eslafımızın, o muhterem dedelerimizin eserini takip ederek ellerinde bulunan araziyi çalışmak sayesinde bir şükufezar-ı beheşti haline ifrağ etmelerini tavsiye eyliyor. Osmanlıların edvar-ı satvetini yada getirerek insal-ı atiyenin hissiyatını teheyyüce çalışıyor.
“Bir zamanlar viyananın kapısını açarken
Önümüzden düşmanların taburları kaçarken
Güneş gibi cihanlara nurumuzu saçarken
O feyizden nişane yok bugün bakın bizlerde
Çalışınız oğullarım çünkü ümit sizlerde’’
diyerek milletin mazi-i şa’şaadariyle hal-i zulam-ı aludunu irae edip duruyor.
Şair odur ki haiz olduğu bir meziyet-i fıtriye,bir hassasiyet-i tabiiye sayesinde dilediği vakit kariilerini hande-bâr neşat eder.ve istediği zaman kariilerinin gözlerinden eşk-i ab-ı teessüratın serpilmesine sebebiyet verir. İşte bizim genç, muktedir Haki’miz bu hassa-i lazimeyi haizdir. Haki’nin (vatanın dileği) unvanlı manzumesini okuyunuz da bakınız ki bu manzume-i hissiyat-ı rakika ve müheyyecenin ne güzel bir timsalidir;
“yanık bağrım üzerine düşman ayak basmasın
Kurtar beni, başucuma bayrağını asmasın’’
diyerek biçare vatanın yarelerini teşrih ediyor, nuhat-ı me’yusanesini acı acı tasvire çalışıyor. Acaba bu nuhat-ı ruhfersayı, bu feryad-ı istimdadkaraneyi işitip de vatanın imdadına koşmayan, vatanın tahlisine çalışmayan bir zade-i vatan tasavvur olunabilir mi? Yoksa hala mı bu hazin hazin nuhalar birer ninni teranesi gibi telakki olunacak? Hala mı huvab-nuşin gafletten gözlerimiz açılmayacaktır? Hayır hayır bu suzinak nuhalar beyhude zayi olmayacaktır. Kainatta hiçbir şey nâbûd olmuyor, yalnız bir elinizin kımıldamasından mütehassıl temevvücat-ı hevaiyye la yankatıu devam devam edip gidiyor iken bu müessir nuhaların mahvolmasına, hiçbir ruh üzerinde icra-yı tesir etmesine nasıl kail olabilirsiniz? Öyle ise bu manzumeleri öyle küçük görmeyelim, nazımını tebrik ederek daha birçok güzel eserlere muvaffakiyetini temenni edelim.
“Uzaktan seyredip de ehl-i sa’yi etme istisğar/küçüktür sanma zira necm-i gisüdar alidir’’
Erzurumlu Ömer Nasuhi