Hiss-i Diyanet Fıtridir

1 Aralık 1924

Hiss-i Diyanet Fıtridir

Hiss-i Diyanet Fıtridir

Kasım-Aralık 1924

Hicri: Cemaziyelevvel 1343- Mahfil-Sayı: 5. Cilt 55. Sayı

Malum olduğu üzere insanlar için hiss-i diyanet fıtridir. Fıtrat-ı selimesini hüsn-ü muhafazaya muvaffak olan bir insanın hiss-i diyanetten mahrumiyeti tasavvur olunamaz. İnsanlar ancak bu hiss-i ulvi sayesinde hidayete erer,ebedi bir saadete nail olur.

Hiss-i diyanetle dimağı tenevvür eden bir zat diyor ki; ‘’ben hiss-i diyanetin fıtri olduğunu kendi nefsimde pek güzel müşahede ediyorum. Ben şuun-u hayatiyemi nazara alarak düşünüyorum ki ben kendi irade ve ihtiyarım olmaksızın bu vüs’at-i abad aleme geldim,müşfik bir validenin kenar-ı şefkatinde, vazifeşinas bir pederin zıll-i himayesinde perver-şiyab oldum.Bütün günlerim esbab-ı zevk ve safa içinde geçmektedir. Aşiyan-ı istirahatim olan mahal, küre-i arzın pek latif, her tarafa nazır bir parçası üzerinde bulunuyor. Bu cihetle kainatın en ruhperver menazırı gözlerimin önünde parlayıp duruyor. Bahusus mai renk semanın her tarafı pişgahı temaşamı olanca nuraniyetiyle tezyin ediyor. Her sabah temaşasıyla garip bir istiğraka daldığım güneşin kemal-i ihtişam ile tuluu’u ruhumda bir nice rakik ihtisasatın teclisine hizmet ediyor, gecelerin letafetine gelince bunlarda gönlümü daha bir başka feyz ile neşveyab eyliyor. Fikrimde bir nice ilhamatın inkişafına sebebiyet veriyor. Parlak kamerin kendine has letafeti,seyyarelerin,sabitelerin o ruhfeza lemeatı, vicdanımı nurlar içinde bırakıyor. Semanın ve semadaki o kadar şa’şaadar ecramın o ulvi manazırını başka bir güzellikle tanzire çalışarak nazar-ı ibtihacımı celp eden saha-i zeminin ağuş-u taravetine almış olduğu bedayi-i hilkate gelince en hassas şairlerin bile tasvirinden aciz kalacakları derecede latif ve ahenkperverdir. Hergün odamın pencerelerini açıp da tatlı tatlı temaşasına dalmakta bulunduğum vasi’ ovanın her tarafı zümrüdin ağaçlar ile, en dilnişin ekinler ile, rengarenk çiçekler ile bezenmiş bulunuyor.

Hüsn-ü tali’i’me bakınız ki ben bu mecmua-i tabiatın bu kadar ali, ruhperver parçalarını kemali istiğrak ile doya doya temaşa edecek bir mevkiine nail bulunmakla beraber hem nev’im olan efrattan birçoğuna nasip olmayan büyük bir servete, yüksek bir mevki-i içtimaiye de malikim. Bu muhteşem, safa abad-alemde rafika-i hayatım olan bir bedia-i iffet ise yed-i kudretin bir eser-i icazkaranesi denilecek kadar bir mükemmeliyet-i hilkate maliktir. Nezahet-i tabiiyle, ulviyet-i ahlakiyle bir mülk-i kemalat ıtlakına layıktır.

Semer-i hayatım olan sevimli çocuklarımı da dilhuvahım üzere yetiştirmeğe muvaffak oluyorum. Demek ki artık dünyada benden daha mesut bir kimse pek az tasavvur olunabilir. Vakıan zahir hale nazaran bu böyledir. Hayfa ki ben kendimi hakiki bir saadete ermiş göremiyorum. Bu kadar nimetlere destres olduğum halde ruhum bir türlü teheyyücattan kurtulamıyor, muztarip kalbim bir veçhile sükunetyab olamıyor. Çünkü ben öyle bir nimet istiyorum ki hiçbir vakit elimden çıkmasın, ben öyle bir alemde yaşamak istiyorum ki aheng-i saadetimi hiçbir elim hadise ihlal etmesin. Halbuki içinde yaşadığım bu alem-i nasut, o kadar mükemmeliyetiyle beraber ihtiyacat-ı ruhiyemi tatmin edecek derecede haiz-i kemalat bulunmuyor. Zira reng-i dilfiribine meftun olduğum semayı vakit vakit pek muzlim bulutlar ihata ediyor, zaman oluyor ki o rengin fecir levhalarından, o dilnişin tulu’ manzaralarından eser kalmıyor. Yeryüzüne gelince bu da üzerindeki bedayi-i fıtratı her zaman muhafaza edemiyor, baharın feyz-i kudümüyle elde edebildiği asar günagün hilkati hazan gelir gelmez elden çıkarıyor, pek kasvetengiz bir manzara teşkil etmeden azade kalamıyor.

Va esefa ki felaket bununla kalmıyor, benim enis-i ruhum olan zevatta birer birer zevale yüz tutuyor. Öyle hazin bir tarzda afil oluyor ki artık kendileriyle bu matemhane-i fanide bir daha mülakat etmek mümkün olamayacak. Kemal-i ye’s ile şahidi olduğum bu feci hadiselere birgün benim de karin-i zeval olacağımı, birdenbire sönüp gideceğimi beliğ bir lisan ile bana ifham edip duruyor.

Artık şu bekadan mahrum, fenaya mahkum olan alem, bu kadar takatfersa şu’un-u hayatiyeye karşı için için ağlayan garip ruhumu nasıl bihakkın neşveyab edebilir? Şu müteheyyiç ruhumun kutsi, ebediyete müteveccih olan arzularını nasıl tatmine kafi olabilir ? fakat emin olunuz ki ben kendimi şu fani alemde bihakkın mesut görmemekle beraber vicdanen münşerihim, hem de son derece münşerihim. Çünkü benim ruhum, ebedi bir hayatın, rehin-i uful olmayan bir cihan-ı nur enverin mevcudiyetine kanidir. Benim vicdanımı lebriz-i feyz eden bu nezih kanaat ise hiss-i diyanetten başka değildir. Bu nezih kanaat, şu mümkünatı kudret-i ezelisiyle ibda’ eden bir vacibül vücudun eser-i ilhamıdır. Bir vacibül vücut ki O’nun her kevne iştibahtan münezzeh olan mevcudiyeti, O’nun azamet ve kudreti tasdik edilmedikçe bu mümkinatın vücudunu izah kabil olamaz. O vacibül vücut hazretleridir ki vücud ile ademe nisbeti mütesavi bulunan bu silsile-i mümkünatın vücudunu ademine tercih etmiş, bu mecmua hadisatın zi-şuur bir cüzü olan insanları hiss-i diyanetle meftur olarak saha-i şuhuda getirip kendi varlığını onlara ilham eylemiştir.

Artık fıtrat-ı selimesini muhafazaya muvaffak olan insanların ruhlarını bu ilham-ı rabbaninin tecelli-i ezelisinden tecrit etmek imkanı mutasavver değildir. Bu bapta vukuu bulacak her türlü mülhidane mesai akamete mahkumdur. ‘’ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتٖي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاؕ لَا تَبْدٖيلَ لِخَلْقِ اللّٰهِؕ’’ . işte beşeriyete teselliyet-bahş olan, beşeriyetin inşirah-ı vicdanını bihakkın temin eden, beşeriyet için her türlü mezahim-i hayatiyeyi teshil ederek saadet-i hakikiye kapılarını açan bu fıtrat-ı selimedir.

El gıpta ! fıtrat-ı selimesini hüsn-ü muhafazaya muvaffak olarak ilhamat-ı diniyeden müstefiz olanlara. Yazıklar olsun ! fıtrat-ı selimesini tebdile çalışarak vadi-i küfür ve ilhada düşenlere.

Ömer Nasuhi