Hissiyat-ı Diniye
2 Ağustos 1913
Hissiyat-ı Diniye
Hissiyat-ı Diniye
2 Ağustos 1913-Hicri: 28 Şaban 1331 , Rumi: 19 Temmuz 1329
Medrese İtikadları - 11. Sayı-
Ahval-i ruhiye-i beşeriyeyi tetkik edenlerce bedihidir ki her insan bir hiss-i rakik ile, bir hiss-i ulvi ile yani diyanet-i diniyle nezih bir hiss-i fıtri ile mütehassıs bulunur.
Vakıa insan görülür ki şu koskoca mükevvenatı, şu muhteşem bedayi-i azamet-i ittisam’ı vücuda getiren bir kudret-i fatıranın vücuduna mutekid bulunmaz, inzar-ı temaşasını rengarenk nurlar içinde bırakan elvah-ı münevvere-i kainatın birer eser-i tabiat olmasına kail olur.Kendini hissiyat-ı diniyeden, o nasibe-i ezeliyeden mütecerrid, mahrum gibi göstermeğe çalışır. Lakin mümkün olsa da serair-i kalbiyesine infaz-ı nazarda bulunacak olsak görürüz ki aklı, fikri, ilhamat-ı ruhiyesi bütün bütün kendini tekzip edemiyor. Dimağı rakik, uluhiyete müteveccih bir hiss-i mukaddesle ihtizazat-ı mütemadiyede bulunup duruyor. Demek oluyor ki hiss-i diyanet, bütün beşeriyete şamil bir mevhibe-i lahutiyeden ibarettir. Bir insan zekadan, sâniha-i fikr ve teemmülden ne kadar mahrum yaradılmış olursa olsun hiç mümkün müdür ki?
Kendini muhit olan şu manazır-ı latife-i kainata baktıkça semanın, o feza-yı nazarferibin her biri başlı başına bir alem-i nuraniyet kesilen ecram-ı münevveresine dikkat ettikçe,üstünde yaşadığı bir küre-i latifenin o ruhnüvaz letaif-i icazkaranesini müşahede eyledikçe, hasılı hergün, her saat, her dakika başka bir tecelli-i ruhperveri ile arz,çehre-i taravet eden fecirleri, tulu’ları, şafakları vesair asar-ı azime-i tabiati hayran hayran seyre daldıkça dimağında atebe-i ferdaniyete müteveccih bir hiss-i ulvinin cevelanını anlamasın, bu mevcudat-ı ulviyenin birer eser-i kudret,birer bedia-i vahdaniyet olduğuna mutekid bulunmasın.
“ برگ درختان سبز در نظر هوشیار
هر ورقش دفتری است معرفت کردگار’’
İşte bu bir hakikat-i sabiteden ibaret olduğu halde yine bir kısım kimselere tesadüf olunur ki bazı vakayi-i tarihiyeye, bazı hadisat-ı siyasiyeye bakarak dinin terviç-i a’mali için insanlar tarafından müesses olduğuna kail olur, bütün edyan ve mezahibin menafi-i dünyeviyesini yalnız bir netice-i siyasiyesinin, bir gaye-i nefsaniyenin istihsalinden ibaret olmak üzere göstermek ister. İster de ahval-i ruhiye-i beşeriyeden gafil,edyanın edvar-ı kadime-i tarihiyesinden bihaber olduğunu ilan etmiş bulunur.
Halbuki insanlar arasında fikr-i tabii-i medeniyet henüz tecelliyab olmamış, teşkilat-ı siyasiye ve medeniyeden bir eser vücuda gelmiş olduğu tarihlerde dahi insanlar bütün hissiyat-ı ulviyenin fevkinde olmak üzere bir hiss-i fıtri-i diyanetle mütehassıs bulunurlar idi.
Asr-ı hâzır hukemasından birçoğu der ki; “İnsanlar öteden beri birtakım mütenevvi, mütehalif hissiyat ile mütehassıstırlar. Lakin beşeriyet, maddi ve manevi terakkiyata mazhar oldukça bu gibi hissiyat-ı mütenevvia ve muhtelifenin tadil ve izalesine muvaffakiyet hasıl olacağı şüphesizdir. Mesela insanlar fikren, ilmen terakki ede ede beyinlerindeki ağrâz-ı muzırre-i siyasiyeyi tadil edebilirler ve birgün gelebilir ki artık yüzbinlerce ademlerin helakiyle neticelenen muharabat ve mücadelata hatime verebilirler fakat hiçbir zaman gelmeyecektir ki insanlar bütün bütün hissiyat-ı fıtriye-i diniyeden tecerrüt edebilsinler.
Demek oluyor ki hissiyat-ı diniye,hissiyat-ı saire-i beşeriyeden bambaşka birşeydir.
Vakıa bazen edyan ve mezahib, bir emel-i nefsaniyenin tervicine, bir netice-i siyasiyenin istihsaline vesile ittihaz olunmuştur. Bu inkar olunamaz hakayik-i tarihiyedendir.
Ezcümle alem-i islamiyete karşı ehl-i salibin akın akın hücumları,din perdesi altında menafi-i siyasiye ve milliyeyi temin için icra edilmiş değil midir? Hatta şii’iyyet, uhuvvet-i diniye ile yekdiğerine merbut olan bir kitle-i beşeriyet arasına tefrika bırakarak bu suretle a’mal-i siyasiyeye nail olmak üzere İsmail Safevi tarafından terviç ve neşredilmiş olduğu malumdur.
Bununla beraberine edyan ve mezahib böyle bir takım a’mal-i nefsaniyenin tervici,netaic-i siyasiyenin istihsali için tesis edilmiştir denilemez. Belki edyan ve mezahibin min tarafillah tesis ve teşkilindeki hikmet,insanlara vezaif-i içtimaiyeyi telkin,terakki yollarını irâe, tekemmülat-ı ruhiyeyi temin,akl ile idrak edilemeyecek ahkam-ı itikadiyeyi talim,senelerce tecarüb ve istikşafat ile destres olunamayacak birçok ğavamız-ı ulum ve fünunu tefhim gibi mealiden ibarettir.
İşte edyan,beşeriyet için bu kadar menafi-i azime temin ettiği halde bunu görmeyenler, edyanın tecelliyat-ı fenniyeye karşı tâb-âver olamayarak yakinen uful edeceğine kail bulunanlar dahi eksik değildir. Bunların bu hikem-i bedihiyat-ı ilmiyeye muhalif birtakım edyan hakkında doğru olabilir. Lakin beşeriyet teali ettikçe ulviyeti tezayüd eden efkar-ı beşeriye ittisa’ eyledikçe meali-i fevakaladesi daha parlak bir surette eş’a-nisar olan din-i celil-i İslam hakkında böyle bir hüküm verecek bir sahib-i nazar asla tasavvur olunamaz. Zira görüyoruz ki ulum ve fünun ede ede gözlerden perde-i cehaleti, gışâve-i taassubu izale ettikçe İslamiyetin kudsiyeti daha ziyade tezahür ediyor, sima-yı münir-i İslamiyet daha başka bir şa’şaa ile mütecelli olup duruyor.
“Düşmanların alçaklığı ettikçe tevâlî
Eyler o ziya göster afakı teali”
Fatih dersiamlarından
Erzurumlu Ömer Nasuhi