Hakiki Bir Dinin Mahiyeti
1 Ağustos 1951
Hakiki Bir Dinin Mahiyeti
Hakiki Bir Dinin Mahiyeti
1 Ağustos 1951-14. Sayfa-Dergi: İslam Yolu
Sayı: 2. Cilt 6. Sayı
Hakiki bir din, allahu teala hazretlerinin bir kanunudur ve birtakım hükümlerin, hakikatlerin mukaddes bir mecmuasıdır ki bunu peygamberleri vasıtasıyla insanlara lütuf ve ihsan buyurmuştur. Bu kanun, insanları hayra götürür. İnsanlar bu ilahi kanunun hükümlerine kendi güzel ihtiyarlarıyla riayet ettikçe doğru yolu bulmuş, hidayet üzere bulunmuş olurlar, dünyada da,ahirette de selamete,saadete kavuşurlar.
Dinler başlıca üç kısma ayrılırlar : birincisi hakiki dinlerdir. Bunlar yukarıdaki tarife muvafık olan, yani allahu teala tarafından konulup peygamberler vasıtasıyla insanlara bildirilmiş olan dinlerdir. Bunlara (ilahi ve semavi) dinler de denir.
Semavi dinler esas itibariyle birdirler, hepsi de esasta müttehit olup aralarında yalnız bazı ibadetler, muameleler bakımından bir fark bulunmuştur. Hazreti ademden hazreti isaya kadar olan bütün mübarek peygamberlerin insanlara bildirmiş oldukları dinler, esasen müttehit, vahdet-i ilahiye akidesine müstenit iken bunlar sonradan bozulmuş, asılları kaybolmuş olmakla hak teala hazretleri en son ve en büyük peygamberi olan hazreti muhammedi (sallallahu aleyhi ve sellem ) bütün insanlara peygamber olarak göndermiş, onun vasıtasıyla da hakiki dinlerin en sonu ve en mükemmeli olan islam dinini kullarına ihsan buyurmuştur. Binaenaleyh bugün yeryüzünde hakiki ve ebedi din, ancak islam dinidir. İkincisi muharref dinlerdir. Bunlar yukarıda da işaret olunduğu üzere asılları bakımından birer hakiki din iken sonradan bozulmuş,ilahi mahiyetlerini kaybetmiş olan dinlerdir. Üçüncüsü batıl dinlerdir. Bunlar, asılları bakımından da hakiki bir din ile ilgili olmayan dinlerdir. Bunlar, bir takım milletlerin kendi kendilerine din namıyla uydurmuş,ortaya atmış oldukları şeylerdir. Bunlarda akla, hikmet ve maslahata uygun bazı hükümler bulunsa bile bunlar, asıl mahiyetleri,özlükleri, ilahi olmak şerefinden mahrum bulunduğundan hiçbir veçhile dine mahsus kutsiyeti haiz olamazlar. Mecusilerin ve putlara tapan sair milletlerin dinleri bu cümledendir.
HAKİKİ BİR DİNİN VASIFLARI VE FAİDELERİ
Hakiki bir dinin mümeyyiz vasıfları yani kendisini sair dinlerden müstesna,mümtaz bulunduran sıfatları pek çoktur. Ezcümle hakiki bir din, insanlara yalnız bir Allahın varlığını bildirir, yalnız bir Allaha tapılmasını emreder, bütün kainatın Allahu tealadan başka yaratıcısı olmadığını haber verir, bütün peygamberlere, semavi kitaplara bilaistisna inanılmasını ister, ebedi bir hayatın, bir ahiret gününün varlığını anlatır, insanları bir dairede birleştirir,aralarında bir kardeşlik vücuda getirir ; aralarında esasen bir müsavat bulunduğunu gösterir ; insanların arasında yalnız takva, Allahtan korkma, faziletle ittisaf itibarı ile bir fark bulunduğunu beyan eder. Hasılı her veçhile akla,hikmete uygun olur, insanların necatına, saadetine vesile bulunur.
İşte bütün bu vasıfları tamamen haiz olan din, bugün yeryüzünde islam dininden başkası değildir.
Hakiki bir dinin faidelerine gelince ; bu faideler pek çok ve pek mühimdir. Böyle bir din sayesinde insanların erişecekleri faideleri, saadetleri tasvire hiçbir kalem kadir değildir. Ancak şunu arz edelim ki insan, hakiki bir din sayesinde kendisinin niçin yaratılmış olduğunu öğrenir, kendisini yaratan, büyüten, nice nimetlere eriştiren mukaddes mabudunu bilir, beşeriyetin peygamber denilen kutsi simalarını tanır, onların güzel huylarıyla hayatını aydınlatmaya çalışır, insanlığa layık bir yaşayış ile yaşar, ölünce de sonsuz bir saadete erişmiş olur.
Şunu da arz edelim ki hakiki bir din, insana metanet verir, insanı hayata hazırlar, insanı en düşünceli, en kederli günlerinde müteselli eder, insanın müstakbel hayatını sıyanet etmiş olur. Bir kere düşünelim, şüphe yok ki insan bu dünya alemine atılmış bir mahluktur, insan bu alemdeki sair bir çok varlıkların yanında bir zerre mesabesinde kalmaktadır. İnsan birçok ihtiyaçlar içinde çırpınmaktadır, hilkatin birçok kuvvetleri karşısında pek aciz bir durumda kalmaktadır. Sonra da daha açılmadan solan çiçekler gibi rengini, letafetini, bütün varlığını kaybederek ölüp gitmektedir. O halde insanlık, yalnız bu fani varlıktan ibaret olsa insanlar kadar hallerine acınacak bir mahluk bulunamaz. Demek ki insan için bu maddi,fani hayat bakımından tam bir huzur, tam bir bahtiyarlık mütasavver değildir. Fakat diğer bir bakımdan insan pek bahtiyardır, pek mesuttur. Çünkü hakiki bir dine sarıldıkça kalben müsterihtir, ebedi bir saadete namzettir, bu fani varlığın zevali, kendisini hiç de endişeye düşürmez. O, zevale yüz tutmayacak bir mevkie kavuşmakla bahtiyar olacağına kanidir.
İşte bütün bunlar hakiki bir dinin insanlık alemine temin edeceği faideler cümlesindendir. İnsan ancak böyle bir din, böyle ilahi bir kanaat sayesindedir ki hayatını tanzim eder, muazzam mabuduna seve seve ibadette bulunur, hukuka riayetkar olur, ebedi bir mükafat neşvesiyle yurduna,yurttaşlarına, bütün insanlığa hizmet etmek ister,cemiyetin pek kıymetli bir uzvu bulunur.
Velhasıl, insanlığa bu ulvi ruhu veren, bu güzel yaşayış tarzını öğreten hakiki bir dinden başka değildir.
İSLAM DİNİNİN UMUMİYETİ VE MESUT NETİCELERİ
İslam dini, hakiki dinlerin en sonu ve en mükemmelidir. Bu mübarek din, yalnız bir kavme,bir asra mahsus değildir, belki bütün insanlara ve bütün asırlara ait umumi,fıtri bir dindir. İnsanların yaratılışlarına, yaşayışlarına tamamıyla uygundur. Bu muazzam din, bir necat ve felah yoludur, bir selamet ve saadet kaynağıdır ve mukaddes mabudumuzun razı olduğu yegane dinden ibarettir. (İnneddine indallahil İslam)
İslam dinin zuhur ve yayılma tarihleri göz önüne getirilirse, o çağlardaki milletlerin halleri nazara alınırsa bu yüksek dinin ne mesut neticelere sebep olduğu, insanlık aleminde ne kadar hayırlı, ne kadar takdise layık bir inkılap vücuda getirmiş bulunduğu pek güzel anlaşılır.
Malumdur ki islamiyetin zuhurundan evvel bütün yeryüzü din bakımından büyük bir cehalet içinde kalmıştı. Hakiki dinler sönmüş,ilahi ilim ve irfan güneşi batmış, bütün ufukları bir zulmet kaplamıştı. İnsanlar yalnız kendi hırsları uğrunda çalışıyor, çarpışıyor, birbirini esir ediyorlardı. Ceziretül Arap ahalisi ise bütün bütün cehalet içinde kalmıştı, elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı da bu hareketlerinden hiç sıkılmıyorlardı. Kendi kız çocuklarını diri diri kumlara gömerek öldürüyorlardı da hiçbir acı duymuyorlardı. Asırlardan beri başka milletlerin hakimiyeti altında zilletle yaşıyorlardı da bundan hiç üzülmüyorlardı. Hasılı hiçbir yerde güzel itikattan,güzel ahlaktan, güzel amellerden, duygulardan eser kalmamıştı. Fakat vakta ki islam güneşi doğmaya başladı, derhal alemin birçok tarafları aydınlandı, insaniyet alemi haktan, adaletten, müsavat ile kardeşlikten haberdar oldu. Putların, insanların ayaklarına eğilip tapınan başlar,kainatın ortaktan, benzerden münezzeh olan Haliki için secdelere kapanmak şerefine erdi. Ruhlar yükseldi, diller Hak tealanın zikriyle bezendi, gözler büyük yaradıcımızın bedi eserlerini temaşadan mütehassıl uyanıklık nurları içinde kaldı.
Velhasıl, din-i islam sayesinde hakiki bir medeniyet, nezih bir insaniyet, pek faideli bir terakki ve en mesut bir inkılap vücuda geldi. Artık insanlık alemi bu mukaddes dine sarıldıkça şüphe yok ki daima yükselecektir.
İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen