Fariza-i Savm
23 Ağustos 1913
Fariza-i Savm
Fariza-i Savm
23 Ağustos 1913-Hicri: 19 Ramazan 1331 , Rumi: 9 Ağustos 1329
Medrese İtikadları Sayı: 14. Sayı
İslamiyetin uhdemize tevcih etmiş olduğu vazifelerden her biri binlerce fevaid-i maddiyenin, binlerce menafi-i maneviyenin bir tecelligah-ı mukaddesidir. Vezaif-i diniyemizden hiçbiri tasavvur olunamaz ki en münevver alemlerin, en parlak fikirli hakimlerin derece-i idrakinden âlî, binlerce mehasin-i ledünniyeyi havi bulunmasın.
Ezcümle vezaif-i diniyemizin en büyüklerinden olan fariza-i savmı nazar-ı dikkate alır,haiz bulunduğu hikem-i şeriyyeyi mütalaada bulunur isekbu mübeccel vazifenin alem-i İslamiyet için ne büyük bir nimet,ne ulvi bir saadet olduğunu derhal anlarız.
Oruç tutan zat, Allahın, o mabud-u kadimin pek mukaddes bir emr-i celiline imtisal etmek şerefini haiz bulunduğundan çehre-i diyanetperverine dikkat edilince görülür ki sima-yı latifinden ulviyet nurları serpiliyor, gözlerinden pertevhidayet lem’ana başlamış, kalbi tecelliyat-ı sübhaniyeden mütehassıl bir inşirah-ı feyza feyza mazhar olmuş duruyor.
Fariza-i savm’ın tehzib-i ahlak, tasfiye-i vicdan hususundaki tesirat-ı latifesi pek büyüktür. Saim, muvakat bir açlığın tesiriyle erbab-ı fakr ve ihtiyacın hal-i fakiranesini düşünür, hemcinsinin imdadına koşmak üzere kendinde bir hiss-i teavün uyanır, kalbinde rikkat, dimağında nuraniyet husule gelir. Nasiye-i ahvalinde başka bir tecelli, başka bir teali berk urur durur.
Ramazan günlerinde bazı saimlere tesadüf edersiniz ki güneşin haclegâh-ı gurubu zerin ziyalarıyla yıldızlamağa başladığı bir zamanda envar-ı kudsiyenin cilvegahı bulunan bir cami-i nur-u lami’den çıkmış, efradı ailesi arasında kemal-i saadetle iftar yapmak üzere yavaş yavaş hanesine taraf azimet ediyor, dinlemiş olduğu nesayihin hüsn-ü tesiriyle fikrinde güşayiş, kalbinde inşirah, ahlakında bir safiyet, ahlakında bir safiyet husule gelmiş, istima’ eylediği ayat-ı furkaniyenin feyz-i semavisiyle ruhu ğaşyolmuş, gözlerinden ebediyet ufuklarına doğru birer şa’le-i ubudiyet yükselmiş gidiyor.
İşte Ramazan-ı şerifte her müminin nasiye-i halinden başka bir surette nümayan olan bu bedayi-i cemile, bu fezail-i ulviye, bu mehasin-i ahlakiye bütün oruç denilen bir vazife-i mukaddesenin icrasından münbais tecelliyat-ı lahutiyeden başka bir şey değildir.
Orucun haiz bulunduğu menafi-i azime yalnız maneviyata mı aittir? Elbette değildir. Bir kere savmın fevaid-i tabiyyesini mülahaza buyrunuz ne kadar mühimdir! Malumdur ki her insan vezaif-i uzviyesini tanzim, faaliyet-i dimağiyesini temin, harekat-ı hayatiyesini tekmil için mühim bir riyazat-ı bedeniyeye muhtaçtır. Fariza-i savm ise bu riyazat-ı mühimmenin icrası için en mükemmel bir vesiledir. Şu 1 ay zarfında saimin hayat-ı uzviyesinde bir intibah-ı tam husule gelir, faaliyet-i dimağiyesi tekemmül eder, ahval-i hayatiyesinde mükemmel bir intizam müşahede olunur. Müsteid bulunduğu bir takım emraz-ı bedeniyeden halas olarak sıhhat-i vücudu taht-ı masuniyete alınmış olur.
İşte fariza-i savm; saadet-i beşeriyeyi temin edecek dini, ahlaki, tıbbi şu kadar fevaid-i celileyi cami’ bulunduğu halde mea’t teessüf bunu takdir edemeyenler, şehevat-ı hayvaniyesine mağlup olarak bu mukaddes vazifenin icrasında kusur eyleyenler dahi görülüyor.
Ramazan-ı şerifi ulviyetiyle mütenasip ibadet ve taat ile ihya etmemiz lazım gelir iken heyhat ki biz daha ziyade masiyet dalgaları arasında yuvarlanıyor, daha ziyade hutuvat-ı nefsaniyemizi tatmin için her tarafa can atıyor, bu kıymetdar mealperver günlerimizi lehv ve laib ile gafilane iza’a edip duruyoruz.
Biz garip bir tecelliye mazhar mahlukuz, bizim yanımızda hayat-ı maddiye ve maneviyenin asla kıymeti yoktur. Hayatımızın en muazzez, en mutena günleri mahvolurvermiş, mahasal hayatımız bir hırman-ı müebbetten ibaret bulunmuş ne zararı var? Biz asla aldırmayız!
Biz ne vezaif-i diniyemizi ifaya çalışarak ahiretimizi yaparız ne de umur-u diniyemizi hüsn-ü idareye gayret ederek dünyayı elde ederiz, cihan-ı beşeriyet günden güne yükseliyormuş, başka ufuklardan saadet nurları yağıyormuş, başka yerlerde renk renk fazilet çiçekleri açılıyormuş bize ne aldırmayız! Biz zulam-ı alud bir muhitin kasvet avar bucaklarında fakr ve mezelletle yaşamağa, hayatımızın zehrabe-i acz ve meskenetle adem-i abade gitmesini herşeye tercih eder, islamiyetin gösterdiği şehrah nuraniyetini terk edip gideriz! Ah! eğer bir vezaif-i diniyemizi hakkıyla bilseydik, biz meali-i islamiyeyi bihakkın anlayarak mukaddesata karşı ilan-ı cihad etmeseydik, biz avamir-i şeriyyeye kema yenbeği imtisal ederek mekarim-i ahlakiyle tezyin-i zat etmiş bulunsa idik hiç şu hal-i takatfersaya maruz kalır mı idik? Hiç şu üçyüz milyonluk alem-i İslamiyet, düşmanların esareti altında yaşamak zilletine katlanır durur mu idi ?
“Ya Rab bize bir er bulunup himmet eder mi?
Yoksa günümüz böyle felaketle gider mi?’’
Fatih dersiamlarından
Erzurumlu Ömer Nasuhi