28 Şubat 1911
28 Şubat 1911
28 Şubat 1911
Bir Levha-i İbret1
28 Şubat 1911
“İnsan ki bu dünyada çekdiği gamdır
Bir neşve-i uhraya sezaver olamaz mı?
Ol neş’eyi dünyada ararsa bulamaz mı?
Bulmuş ne çıkar ki çünkü serencamı âdemdir”
İçinde garibane yaşamakda olduğumuz bu alem-i beşeriyette, insanlar için ciddi bir saadete, bir neşve-i ruhpervere mazhariyet tasavvur olunamaz.
Dünyada görülmez ki her tulu’u bir ğurub, her baharı bir hazan, her ikbali bir idbar, her zevki bir hüzün takip edip durmasın.
Bir kere etrafımıza bakalım, biçare insanlar kimi afat-ı kevniyyenin, ihtiyacat-ı beşeriyenin pençe-i kahrında ezilmiş, gözlerinden yaşlar akıyor, cemiyetten muavenet gözlüyor, kimi vatan-ı mukaddesinden ayrılmış, tesirat-ı ruhiyesini baharın taraveti, fecirlerin nuraniyeti, şafakların reng-i letafetperveri izale edemiyor, için için ah ediyor.
“من از کجا و فراق از کجا و غم ز کجا
مگر بزاد مرا مادر از برای فراق’’
Diye garib garib nuhat-ı me’yusanede bulunuyor. Kimi dilsuz bir illet-i müdhişenin zebunu olmuş, soluk yapraklar gibi firaş-ı ihtizara düşerek, gözleri bir sükûnet-i ebediyeye dalmış, ruhu, alem-i ezeliyete gitmek üzere hazırlanmış duruyor.
Of! ya Rabbi ne kadar hazin ne kadar ibretengiz ahval!
“Kimdir o bahtiyar ki dünyada olmasın?
Mağdur, dilfikar, perişan ve derbeder.’’
Ey beşer! Ey biçare mahluk! Sen bu kadar şedaid-i takatfersaya maruz olduğun halde yine uyanmıyorsun! Kıymetli zamanının ayş ve nuş ile tazyi etmekten çekinmiyorsun. Hâlâ mı dide guşaya intibah olmayacak? Nakş-ı ber ab olan bu hayatı, seriu’l cerayana mağrur olup kalacaksın.
‘’ هر آنكه زاد زمادر ببايدش نوشيد
زجام زهرمى كل من عليها فان’’
Evet, insan bu alem-i nasutadan kat-ı alaka eder, vücud-u latifi zerre zerre toprak kesilir, hayat-ı dünyeviyesi fenapezir olur lakin başka bir hayata mazhar olmağa, başka bir alemde la yemutane yaşamağa başlar.
İnsan, terk-i hayat edince afitab-ı ruh, bir daha tulu’ etmemek üzere mi afil olur sanıyorsunuz? Zannediyor musunuz ki mezar, o ebr-i kesif barik-i ruhu söndürür? Başka bir alemin ufuklarını yaldızlayarak lem’a nisar zuhur olmasına hail olur. Hiç kabil midir ki atiyetullah olan ruh-u latif, fenapezir olsun? Ruh, cevher-i munir, bir latife-i kudsiye olduğundan barika-i gayri mütenahiye müteveccih değil midir? Eğer insanlar başka bir alemde, başka bir cihan-ı ebediyette yaşamayacak olsa, nezihu’l itikad, mühezzebu’l ahlak zevat ile sahifu’l efkar, adimü’l ahlak eşhas beyninde ne fark bulunabilir? Acaba Muhsin-i mükafata, müsi-i mücazata mazhar olmayacak mıdır? Bu takdirde adalet-i mutlaka-i ilahiyye nasıl tecellinumaya zuhur olabilir?
Hayır hayır insanlar başka bir alemde, ahiret denilen cihan-ı sermediyette yaşayacak, dünyadaki ef’al ve harekatın asar-ı nafia ve muzirresini orada müşahede edecektir.
Sad hayf! O kemşuur zamana, tabiatperestane rüzgâra ki bu gibi zahir, parlak hakikatleri inkara cesaret eder, hakaik-i kainata vukuf iddiasında bulunurda pişgah’ı temaşasında parıl parıl parlayan asar-ı celile-i ilahiyyeyi, kudret-i bâhir-i samedaniyyeyi göremez, azametiyle, şukūh ve mehabetiyle ukul-u beşere hayret veren bu kadar mükevvenat-ı bedianın failini bir kuvvet-i mevhumeden, bir madde-i mefruzanın ecza-i ferdiyyesinin ihtizazat-ı tabiyyesinden ibaret olmak üzere telakki eder!
Bütün kainat, kudiyyet-i rabbaniyeye delalet etmekte, kuşların tatlı talı neğamatı, ırmakların garip garip gürültüsü, şelalelerin hazin hazin şarıltısı, ağaçların çimenlerin latif latif hışıltısı, vahdaniyet-i sübhaniyeye şehadet eylemektedir. Lakin letaif-i maneviyyeden mahrum, hissiyat-ı ulviyye-i diniyyeden mütecerrid olanlar bu gibi hakaik-i zahireye vakıf olamazlar.
“کوه و دریا و درختان همه در تسبیح اند
نه همه مستمعی فهم کند این اسرار”
İnsan odur ki parlak bir fikre, ulvi bir ruha, nezih bir itikada malik olur. Dinin muhafazasına, vatanın tealisine, efkar-ı milliyenin inkişafına hadim olacak bir vücud-u kıymetdarı haiz bulunur.
İnsan odur ki ehass-ı amali; tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalp, terbiye-i fikirden ibaret olur. Bütün ezvak-ı cismaniyesini, bütün tezellülat-ı nefsaniyesini bir dakikalık neşve-i ruhaniyeye feda ederek;
“ألا كل شيء ما خلا الله باطل
وكل نعيم لا محالة زائل”
Kelam-ı hakimanesiyle hisseyab-ı hakikat olduğunu izhar eder.
Mekteb-i Kudat ikinci sınıf talebesinden Erzurumlu Ömer Nasuhi
Beyânülhak, 4.Cilt 99.sayı, 28 Şubat 1911, https://katalog.idp.org.tr/yazilar/1922/bir-levha-i-ibret↩︎