Şühur-ı Selase Münasebetiyle: Nasihat
31 Temmuz 1911
Şühur-ı Selase Münasebetiyle: Nasihat
Şühur-ı Selase Münasebetiyle: Nasihat
31 Temmuz 1911
Hicri: 4 Şaban 1329, Rumi: 18 Temmuz 1327 - Beyânülhak - Sayı: 5. Cilt 121. Sayı
Cemiyet-i beşeriyeyi teşkil eden efradın seviye-i irfanı, derece-i ilim ve kemali mütesavi olamayacağından her ferd kendinden ziyade haiz-i malumat olan zevatın ilim ve fazlından, vaaz ve nasihatinden istifadeye muhtaçtır. İnsanlar birçok ihtiyacata maruz olarak yaradılmıştır. Bunların bir kısmını ihtiyacat-ı maddiye teşkil etmekte olduğu halde diğer bir kısım mühhimeni de ihtiyacat-ı maneviyye ve ruhiyye teşkil eder.
İnsanlar, ihtiyacat-ı maddiyesinin istifası hususunda her türlü meşakk ve müzahime tahammül ederek her türlü vesait-i meşruaya müracaat etmeğe çalışır olduğu gibi ihtiyacat-ı maneviye ve ruhiyesini izale edebilmek için de birçok vesail-i ulviyenin istihsaline mecburiyet hisseder.
İnsan, bazen öyle bir ihtiyaç-ı manevi ve vicdaniye maruz kalır ki bu ihtiyacın car-i istifasını bulmadıkça kabil değil bir türlü rahat edemez. Kalbi, giriftar-ı ızdırap, gözleri girye-riz teessür olmadan kurtulamaz.
Zaten ihtiyaç, bütün kainat üzerinde hükümferma olan bir kanun-u la yeteğayyer’den ibarettir. Alem-i tabiatte hiçbir şeye tesadüf olunamaz ki şedid bir ihtiyacın taht-ı tesirinde bulunmasın. Elvah-ı tabiate, bedayi-i sermediyete dikkat edildikçe bütün eşyanın, bütün asar-ı mütenevvia-i kudretin, birer ihtiyaç-ı tabii içinde yaşamakta olduğu, istifa-yı ihtiyaç olduğu hususunda yekdiğerinden istifade eylemekde bulunduğu müşahede olunur. Mesela semaya, o feza-yı la yetenahiye, ziynetbahş olan seyyarata dikkat edersek, safahatını nurlandırmak, leyal-i mazlumeyi tenvire çalışmak hususunda sevabit-i mazie’den istizae-i letafet etmeğe muhtaç olduklarını görürüz.
Latif bir baharın feyz-i nuranisi bile her türlü letaif-i münevvereyi haiz bulunan bir Şukufe-zara çıkar. Ağaçlara, çiçeklere, fevakih-i günagüne atf-ı nazar eyler isek bunların birçok şeye mesela; ecram-ı semaviyenin, neşreylediği zerin zerin ziyalara, hayat-ı uzviyeyi temin eden leziz leziz sulara, kuvva-yı nebatiye-i eraziye, mesai-yi muttasile-i beşeriyeye arz-ı iftikar eylediğini müshahede etmiş oluruz.
İşte insanlar dahi mevcudat-ı hariciyede görülen bu kadar ihtiyacat-ı maddiyelerini ve gerek ihtiyacat-ı maneviyelerini istifa için metin-i azm ile, la yenkatıu bir metanetle, muttasıl bir sa’y ve gayretle bezl-i mukadderat eylemeğe mecburdurlar.
İnsanların maruz bulundukları ihtiyacat-ı maneviyenin en büyük bir kısmını istifa etmek, mesela; nuraniyet-i fikriye ve tekamülat-ı ahlakiyeye nail olmak için heyet-i içtimaiyenin en kıymetli, en nafi’ uzvunu teşkil eden ulema ve hukemaya muhtaçtır.
Evet, her fert tenvir-i efkara, tehzib-i ahlaka, terbiye-i ruha muvaffak olmak için ulemanın, erbab-ı fazl ve iktidarın sünuhat-ı ilmiyesinden, musahabat-ı hikemiyanesinden nasibdar-ı feyz olmak ihtiyacına maruzdur.
Dünyada hiçbir hastalık tasavvur olunamaz ki bir tabibi bulunmasın. Emraz-ı ahlakiye ve içtimaiyenin etibba’sı ise -muzlim noktalar etrafında dolaşan gafilleri uyandırmak lütfunda bulunan- nusaha ve hukemadır.
Emraz-ı ruhiyenin teşfiyesi hususunda bir nasıh-ı hakimin sözlerindeki tesir hiçbir şeyde mevcud değildir. Latif latif bulutlardan serpilen yağmur kataratıyla tabiat faaliyete başladığı, elvah-ı zemini asar-ı rengarenk bahar ile kesb-i tavaret eylediği ağaçlar, ezhar-ı mütenevvianın inkişafiyle cevherlere müstağrak olduğu gibi bir nasih-i hakimin, bir hatib-i hikmetperverin ruhnevaz sözleri de müstemi’i’nin ruhu, inbisata gelir, hucceyrat-ı dimağiyesi tenevvür eder. Kuvay-ı müfekkiresi tekemmül eyler. Ahlak-ı rediyye ve ve ef’al-i gayr-i meşruasından eser kalmaz.
Zaten ahlakın kabil tebdil ve tehzib olduğu, birçok ulema ve hukema tarafından kabul edilmiş bir hakikattir.
‘’Hüsn-ü ahlak ile kaimdir kemalat-ı beşer
Kabil-i tehzibdir her veçhile ahlakımız
Müsteid kılmış bizi kesb-i kemal ve hikmete
Herkesi bir feyze mazhar kılan Hallakımız’’
Lakin şu kadarı var ki herkesin tehzib-i ahlakına çalışan, emraz-ı ruhiyenin tedavisine kalkışan zevat bihakkın muktedir, bihakkın mütehassıs olmalıdır. Heyet-i içtimaiyenin temayülat-ı zihniyesini, ihtiyacat-ı dimağiyesini ettikten sonra lazım gelen tedabir-i fenniyeye tevessülde bulunmalıdır. Nasih ve hatip unvan-ı mübecceli ol kimselere yakışır ki halim, beşuş, mehasin-i ahlakiye ile mütehalli, müddeasını delail-i nakliyye ve akliyye ile isbata muktedir olur, beşeriyetin maddi, manevi birçok terakkiyata muhtaç bulunduğunu parlak bir surette isbat edecek bedai-i ilmiyeye malik bulunur. Sözlerinin aheng-i latifanesiyle huzzar’ı kendine, kendi kuvve-i bedia-i nutkiyyesine meftun edecek bir fıtratta yaradılmış olduğu ıspat eder dururuz.
Bugün israiliyyat ve hurafat ile sath-ı hayi’de, efkar ve mütala’at ile iza’a-i enfas edecek kimselerin nasih ve hatib olmak şerefini haiz olamayacakları vareste-i beyandır.
Hutaba ve nusaha’nın vazifesi, milletin fikrini parlatmak, herkesi ahkam-ı diniyeden, ahval-i medeniyet ve terbiye-i içtimaiyeden haberdar eylemekten ibarettir.
Hususiyle bugün emraz-ı ahlakiye teammüm etmiş, efkar-ı umumiyede bir garip tehavulat tecelli eylemiş olduğundan bu gibi ahval-i muzirrenin daha ziyade tevsi-i daire-i sirayet etmesine mani olacak muktedir, mütefennin, müessirü’l kelam hatiplere, vaizlere son derece ihtiyaç vardır.
Mamaafih bir hatip, bir vaiz mensub olduğu mesleğin seviye-i fazl ve irfanını gösterir bir mi’yar gibi telakki olunduğundan, lazım gelen evsaf-ı bergüzideyi haiz bulunmayan kimselerin, kürsi-i vaaz ve hitabete çıkmasına müsaade vermek kabil-i afv olmayacak nakayıs-ı içtimaiyeden ma’duddur.
İşte şerefihululiyle bütün alem-i İslamiyeti nurlar içinde bırakan şuhur-u selase münasebetiyle İstanbul'un, bir menba-ı feyz ve irfan olan şehri-dilnişinin cevami-i şerifesinde icra-yı vaaz ve nasayihde bulunacak zevatın, bihakkın muktedir olmasına dikkat etmek, vaaz ve nasihat gibi vezayif-i mühimmeyi, malumat-ı basita ashabının uhdesine tevdi eylememek lazımdır. Binaen aleyh bu hususta merci-i alisinin nazar-ı itinasını bütün müntesibin-i ilmiyye namına celb eylerim.
Erzurumlu
Ömer Nasuhi